Kitap Hapishanesi

Moira Sarmalı • Bölüm 8
0%
Patriam’da günler aynı anda; hem türlü olaylar yaşadığımdan çok hızlı geçiyor, hem de annemi ve Kasımpatı Köyü’ne duyduğum özlemden yerinde sayıyor gibiydi. Şimdi, Moira töreninin üstünden iki hafta geçmiş, bir noktadan sonra her gün bir öncekine benzediğinden midir nedir; tarihlere bakmayı, günleri saymayı bırakmaya başlamıştım. Bu bir kabulleniş değildi. Patriam’daki günlerim, elbette ki sayılıydı, yalnızca ben saymak zorunda hissetmiyordum artık. Gücümün farkına vardıkça, bu zamanın ne kadar kısıtlı olduğunu anlamış, günü geldiğinde yerle bir edeceğim bu kentte geçireceğim alelade birkaç ayın kafamı yormam gereken bir şey olmadığına karar vermiştim. İlk hafta üst üste yaşadığım şoklar, türlü oyunlar ve acılardan sonra sonraki iki haftam görece daha sakin geçmişti ayrıca. ‘Sistemin parçası olmak.’ İnsanın işini kolaylaştırıyordu cidden, Germian haklıydı. Okuyarak, öğrenerek ve pratik yaparak geçirdiğim günlerim beni en azından sisteme yakın bir konuma getirmişti. Şimdilik bu kadarı yeterliydi.

Min ile geçirdiğimiz ‘Amon’dan korunma’ dersleri her seferinde bir öncekinden daha kısa sürüyor, ben gün be gün enerjimi Amon’dan sakınmak konusunda hızlanıyordum. Ruh ağacımla aramda kurmaya çalıştığım bağ da gelişmişti. Zihnimdeki duvar taşları bile bana itaat etmeye başlamış, enerjimi ilk günkü kadar yormama gerek kalmadan üst üste yerleşiyor, bazen kendi kendilerine hoplayıp zıplayarak eşlerini buluyor, saniyeler içinde birkaç metrelik duvarlara dönüşüyorlardı. Her gün, biraz daha arınmış hissediyordum kendimi. Sanki uyandığım her sabah, kendimi Amon’dan uzaklaştırmak için attığım yeni bir adım gibiydi.

Koruma kalkanım sayesinde enerji alanımdan Amon’u çıkardığım için mi, yoksa bilmediğim başka bir sebepten benden uzak mı duruyordu bilmiyorum ama iki hafta boyunca Amon’u çok az gördüm. Dolayısıyla Daimon’u da… Birkaç kez yemekhanede ve koridorda yanımdan geçip gittiler ama ikisi de yüzüme bakmadı, sanki varlığımı dahi fark etmemiş gibiydiler. Daimon ne fiziksel ne de telepatik olarak benimle iletişim kurmadı. Amon herhangi bir şekilde beni sinirlendirecek bir şey yapmadı.

İlk tahminim; Daimon’un Amon tarafından sıkı sıkıya kontrol altında tutulduğu, bu nedenle benimle iletişim kurmak gibi bir riske giremeyeceği için, özellikle beni görmezden geldiğiydi. Fakat ikincisi çok daha can sıkıcıydı ve zihnimin içinde, beklenmedik bir hızla galip gelmişti, daha iyimser olan ilk tahminime… Daimon… Beni, en yakın dostuyla arasını bozan bir faktör olarak görüyordu. Doğdukları andan itibaren yürüttükleri arkadaşlıkları boyunca belki de hiç bu kadar gerilmemişti aralarındaki ipler. Belki de Daimon… Sağduyusunu anlık heyecanlara tercih etmesi gerektiğini fark etmişti. Bile isteye koymuştu bu mesafeyi çünkü elbette… Amon ile paylaştığımız o zoraki, çarpık bağın arasında kalmak zorunda değildi.

Amon hakkındaki tahminimse tek ve çok netti; düşünmeyi bir an olsun bırakmayan o kötücül zihninde haftalardır kurduğu planla öyle meşguldü ki, benimle uğraşmaya vakit bulamıyordu. Nilüfer Odasında geçirdiğimiz o olaylı geceden sonra kafasında bir şeyleri netleştirmiş olmalıydı ve birbirinden olabildiğince zıt iki karaktere sahip olduğumuzdan, savaş stratejilerimizin de yoğun bir zıtlık taşıyacağı ortadaydı. Ben Moira ile başlayıp Amon ile devam ederek tüm Patriam’ı yok etmeyi planlıyordum. Bunun tam tersi ne olabilirdi? Madalyonun ters yüzündeki zihni… Hangi karara varmıştı? Bu kesif sessizlik, sonunda hangi devasa fırtınaya teslim edecekti kendini?

Sürekli tetikte olmak zordu. Bazen gece uykularım bölünüyor, bazen okumakta olduğum kitabın son beş sayfasını tamamen kaçırmış halde buluyordum kendimi. Durmaksızın sızlayan kırık bir kemik gibi, odağımı kaybetmeme, andan soyutlanmama neden oluyordu zaman zaman. Fakat onu neredeyse hiç görmemek, iki hafta boyunca enerjisine maruz kalmamak işime yaramıştı bir yandan da. Sonunda tamamen kendime odaklanabilmiş, ayarsız ruh gücümle tanışmak, onu kontrol etmek ve suç teşkil etmeyecek şekilde kullanmak konusunda bir ton şey okuyup öğrenmiştim.

Amon ile Daimon’un ‘Lima’dan korunma’ politikaları öyle bir noktaya varmıştı ki, benimle yan yana gelmemek için; Min ile birlikte, Fama masasında değil de Tarlus masasında yemek yiyebilmem için almaya çalıştığımız özel izin bile hızlıca çıkmıştı. Yazdığım özel izin dilekçesinin Amon’un önünden geçmeden onaylanması mümkün değildi, bunu küçük bir çocuk bile tahmin edebilirdi, yediği onca ültimatomdan sonra. Sırf beni yemek salonunda görmek zorunda kalmamak için anında onay vermiş hatta süreci hızlandırmıştı muhtemelen.

Hah! Çok meraklıydım sanki seninle yemek yemeye! İşime gelir!

İşin kötü yanlarından biri de buydu; sürekli farkında olmadan, Amon ile de Daimon ile de kendi kendime konuşurken buluyordum kendimi. Zihnimin içinde onlarla kavga ediyor, özellikle ikisini bir yerde sohbet ederken ya da kütüphanede ders çalışırken görürsem odama varana dek kendi kendime söyleniyordum. Sanki… Beni bir oyununun içine çekmiş, ardından o oyunu oynamaktan vazgeçmişler gibi hissediyordu bilinçaltım. Buna bir türlü anlam veremiyordum… İstediğim… Tam da bu değil miydi zaten? Ben de o oyundan atılmak için uğraşmıyor muydum Min ile çalıştığımız her gece dersinde? Patriam’a geldiğimden beri anlam veremediğim her şeye, bir de ‘kendim’ eklenmişti bugünlerde…

Thalia bile köşe bucak kaçıyordu benden. Tıpkı o ikisi gibi karşıma nadiren çıkıyor, beni fark ettiği an yolunu değiştiriyordu. Labirentte yaşadığımız o çatışmanın ardından bana bir kez bile ateş saçan gözlerini dikmemesinin, bulduğu ilk fırsatta laf sokmamasının, orada burada hakkımda konuşmamasının önemli bir sebebi olmalıydı. Sanki bir yerden emir almıştı da, o emre göre hareket ediyor, adeta benimle yan yana görülmekten bile korkuyordu. Geçen hafta arka bahçede, hizmetçileriyle birlikte yürüyüş yaparken denk geldiğimizden beri görmemiştim bile onu. O anda da gözlerimiz bir saniyeliğine birleşmiş, Thalia elini yakan bir ateşten kaçınırmış gibi hızla yönünü değiştirip ayrılmıştı bahçeden.

Yaşanan bu tuhaf gelişmelerin hepsini bir bütün olarak düşündüğümde, iyiye işaretmiş gibi gelmiyordu hiç… Biliyordum. Patriam’da beni böylesine rahat bırakmaları mümkün değildi. Ama ben mental olarak da kendimi güçlendirmek istediğimden, bu kaygılı bekleyişi bile bir fırsata dönüştürmüştüm. Sonu bana sıkıntı verecek bir kapıya açılacaksa bile, ben bu yolu öğrenerek ve gelişerek geçirmiş olacaktım en azından. Bildiklerim yanıma kâr kalacak, yaşayacağım olası sıkıntılarda bana kılavuzluk edecekti. Min ile pratik yapmak, kütüphaneden benim için özel olarak seçtiği kitapları okumak, Germian’dan Tarluslu atalarımı dinlemek… Ve benden küçücük yaşta çalınan, anılarımda dahi yaşatamadığım babamı… Fama klanı tarafından hazırlanan ders kitaplarındaki suçlayıcı dille değil! Armais’in sözüm ona başkente zarar veren bir anarşist olarak gördüğü babamdan bahsederken takındığı o iğrenmeyle dolu ifadesindeki gibi değil! Objektif kaynaklardan, gizli el yazmalarından öğrenmek ve Germian’ın ihtiyatlı sesinden duymak; ruhumu hiçbir dersin geliştiremediği kadar çok geliştirmiş, ruh ağacımın kökünde minik çiçekler açmıştı.

Uykularımı bana zehir eden kâbuslarımsa azalmadan, hatta bazı geceler artarak, barındırdığı kasvet kendini zifiri bir karanlığa teslim ederek devam etti. O karanlık heyulalarla bezenmiş olan kâbuslara bile öyle alışmıştım ki sıçrayarak uyandığım gecelerde, hiçbir şey olmamış gibi yatağımdan kalkıyor ve yüzüme soğuk su çarpıyor, titreyerek uyandığım sabahlarda doğrudan duş alıp kahvaltıya inebiliyordum. Sanki uyandıktan üç saniye sonra unutuyordum o karanlığı. Heyulalarımı geride bırakmaya alışmıştım, her fırsatta karanlık tarafından sil baştan yaratılsalar ve beni korkutmaktan hiç çekinmeseler de… Ama sonra bir şey oldu, soyutluklar varlıklarını güçlendirip somutlaşmaya başladılar… Kâbuslarım beni yalnızca zihinsel olarak yorarken, bir noktada fiziksel olarak da yormaya başladı. Kâbusun içinde koşuyorsam uykumdan ayaklarımın altı yanarak uyanıyor, alev alıyorsam iç organlarımda fiziksel bir tahribat yaşamışım gibi kalkıyordum… Hatta bir gün durum daha da tuhaflaştı; rüyamda bir gölge tarafından boynuma takılan anahtar, uyandığımda gerçekten boynumdaydı… Sorgulayamadım bile. Patriam’da yaşanan gariplikleri, aşırılıkları takip etmekten yorulmuştum. Boynumdan çıkarıp bir beze sarmış ve valizimin gizli bölmesine saklamakla yetinmiştim anahtarı. Kimseye anlatmadım. Varlık buluşlarını bırak, uykularımı bölen basit kâbuslar gördüğümü bile bilmiyordu kimse.

Yaşadığım şeyler düşünülünce, aklımı yerinde tutmak kolay değildi. Ama haftalardır okuduğum her kitapta üstüne basa basa söylenen bir şey vardı; başkentte ilk saldırılar, doğrudan akla yapılırdı. Belki sadece aklımı yitirmemi istiyorlardı. Beni zayıflatmak için uyuyup dinlenmeme izin vermemeye ya da korkuyla yönetilmemi sağlamaya çalışıyorlardı. Onlara istediklerini vermeyecektim.

***

O Perşembe, kendimi iyi hissetmediğime dair bir izin belgesi imzalayıp derslere girmemeye karar vermiştim. Gece boyunca gördüğüm kâbuslar beni kamçılar cinstendi çünkü. Bilinçaltımın yokuşlu yollarında babam ve annem hakkında oluşan kötücül yanılsamalar hiç olmadığı kadar canımı sıkmış, Patriam’ın ekonomisi hakkında, umurumda olmayan ve işime yaramayacak bir derse girmek yerine gizlice kütüphaneye kaçmayı tercih etmiştim. Görünürde, Famalı bir yazar olan; Zerathia Velmor’un, ‘Patriam’da Avam Sınıf’ adlı kitabını okuyordum. Ama işin aslı; Min’den öğrendiğim basit bir illüzyondan fazlası değildi bu. Gerçekte Tarlus ile ilgili yasaklı el yazmalarından birinin altını çizdiğim satırlarını kontrol ediyordum heyecanla. Her kitap için bunu yapıyordum. İlk okumada hızlıca okuyup önemli yerlerin altını çiziyor, küçük notlar alıyor ve sorularım için özel bir dosya hazırlıyordum. Germian, parmağımızı şıklattığımız an küle dönmesi için efsunladığı o dosyaların sırtına cevapları yazıyor, görünmez bir kâğıttan uçak yapıp okul dolabıma gönderiyordu. Sorularımın cevaplarını aldığımda konu kafamda tamamen oturuyor, ardından aynı kitabı bir kez daha, daha iyi bilerek ve yalnızca önemli noktaları baz alarak okuyordum.

Şimdi ikinci okumasını yaptığım cildin adı; ‘Asilik mi? Asillik mi?’ idi. Kitap, babamın da dâhil olduğu ve başarısızlıkla sonuçlanan isyanı anlatıyordu. ‘Asi’ olarak görülen ruh savaşçılarının oldukça insancıl, asil manifestosu, neden isyana sürüklendikleri, liderlerinin yani babamın nasıl büyük bir kahraman olduğu, yol arkadaşları ve o süreçte geliştirdikleri üstün teknikler… İki bin sayfalık kitabın, ilk birkaç yüz sayfasını okurken fark ettiğim ilk şey; babama ne kadar benzediğimdi. Ona dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Yüzünü dahi Patriam’daki bir illüzyonda görmüştüm. Ama o satırları okurken, sanki babam vardı. Hala buradaydı. Sanki… Beden değiştirmişti, başarısızlıkla sonuçlanan isyanının sonunu görmeyi istiyordu bu kez. Ben olarak, idealize ettiği o zaferi yaşamak istiyordu. Sanki… Ruhlarımız benim bedenimin içinde birbirlerine karışmış iki oda arkadaşı olarak yaşıyorlardı. Tek fark; babam, Somia’dan daha sessiz bir oda arkadaşıydı.

Yavaşça oturduğum yerden kalkıp pencereye doğru yürürken buldum kendimi. Temiz hava alma ihtiyacıyla dolmuştum. Geçmişte yaşayan Tarluslu savaşçıları tanımıyordum hiç, içlerinden biri bizzat babam olmasına rağmen, onun bile gerçek adını öğreneli birkaç hafta olmuştu henüz. Ama yine de insanlık için verdikleri savaş, etrafımda gördüğüm insanlardan bile daha somut bir biçimde yaşamaya başlamıştı içimde. Onlarla… Haddim olmayarak gurur duyuyordum. Ve çok üzülüyordum yaşamak zorunda oldukları karanlık günler için… Ailelerinden koparılan her bir genç baba ve anne için…

Pencere pervazına yaslanıp pencere aralığından yüzüme çarpan temiz havayı soluduğum sırada gördüm onları. Arka bahçenin en kuytu köşesine dikilmiş tartışıyorlardı yine… Sanki üzerlerine diktiğim gözlerimi saniyeler içinde hissetmiş gibi; başını yukarı doğru kaldırdı Daimon. Göz göze geldiğimiz an etrafımızda şimşekler çakmış gibi hissettim. Hemen ardından Amon da bana döndü. Korkup gözlerimi onlardan kaçırdığımda, zihnim koruma duvarlarını inşa etmeye başlamıştı bile. Bir an sonra başımı yeniden bahçeye doğru çevirdim; ortadan kaybolmuşlardı. Bu üstüne düşünülünce insana çok tuhaf gelecek bir durumdu ama son iki haftadır sürekli yaşanan bir şey olduğundan mı bilmiyorum, önemsemiyordum artık, beni gördükleri an, yarım saniye içinde toz olmalarını. Pencerenin kenarından ayrılıp oturduğum masaya geri dönerken keyifsiz bir iç çektim. Tarluslu atalarımın uğraştığı şeyler… Ve benim uğraştıklarım; farklı gibi görünseler de birçok noktadan birleşip iç içe geçiyorlardı.

“Lima… Buradasın değil mi?”

Düşüncelerimin içinde aniden kendini gösteren o sesle irkildim. Kaşlarım istemsizce çatılırken, iki haftadır telepatik olarak kimseyle konuşmamış olmanın verdiği yabancılaşmayla gözlerimi kapattım sıkı sıkı. Sanki odaklanmazsam zihnimdeki sesi bir an sonra kaybedebilirmişim gibi hissediyordum. Daimon… Sonunda benimle konuşmaya karar vermişti sanırım. Amon ile onu birden fazla kez tartışırken yakalamıştım. Beni görünmezmişim gibi hissettirecek kadar yok sayıyorlardı ve kütüphanede takılmam dâhil hiçbir şey dert edilmiyordu? Çok fazla soru ve cevap vardı. Belki de beni az da olsa aydınlatması gerektiğini düşünmüştü. Kalbimin ritmi değiştiğinde, utanmıştım. Ama bir an sonra, mantığım devreye girip bana sağlam bir tokat vurdu. Duyduğum ses Daimon’unkine benzemiyordu bile… O değildi. Ben sadece bir an için öyle olduğunu sanmak istemiştim…

Amon’a da benzemiyordu ses, tanıdığım başka herhangi birine de. Telepatik olarak bana ulaşmaya çalışan kişi bir yabancıydı. Yoksa… Kütüphanedeki Duvar Cinleri benimle oyun mu oynuyordu? Zaten bulanmış olan zihnimi daha da bulandırarak kendi aralarında bir eğlence çıkarmaya mı çalışıyorlardı?

“Sesi takip et Lima… Artık beni bulman lazım.”

Elim, masada duran kitaba gitti. Kalın cildini avcumun içinde sıkarken kesik bir nefes aldım. Zihnimde çınlayan ses bir bilinmezdi, evet. Ama ben artık bilinmezliklerden korkmayacak kadar pişmiştim, Patriam’da geçirdiğim zor, karmaşık günler sayesinde. Kitabımı göğsüme çekip sese doğru yürümeye başladım. ‘Kimsin sen?’ diye sordum telepatik olarak, fakat herhangi bir cevap alamadım. Birkaç adım sonra, zihnimdeki ses beklenmedik bir biçimde çıkıştı bana.

“Lima, duymuyor musun beni?”

“Sen beni duyuyor musun asıl?” diye fısıldadım, dişlerimin arasından; bir yandan yürümeye devam edip bir yandan da olası bir saldırıya karşı, öğrendiğim bilgileri aklımdan geçirip kendimi sağlama almaya çalışıyordum.

“Sonunda!” diye bağırdı zihnimdeki ses. “Sesimi takip et Lima! Yüz yıldır seni bekliyorum!”

Bir kez daha kaşlarım istemsizce çatılırken sesi daha net algılayabilmiş olmanın verdiği güdüyle, rafların arasındaki boşluktan sağa doğru döndüm. Sonra… Duraksadım birden. Hapishane… Min, daha bu okula geldiğim ilk gün beni gezdirirken önünden geçirmişti o kasvetli odanın. Ve hayal meyal hatırlıyordum ama… Sanki o gün de bir ses ilişmişti benim kulağıma… Daha yavaş adımlar atarken, sesin sağdan değil soldan geldiğini, benim yanıldığımı düşünmek istedim ama sonra,

“Yeter artık ama be! Gizemli olayım, kendime çekeyim diyorum ama sen de amma kıtmışsın! Buradayım işte!” diye bağırdı ses. Bir anda gizemli, mistik havasından sıyrılmış benden birkaç yaş küçük, huysuz bir çocuğun sesine bürünmüştü... Ve gerçekten sağ tarafımda kalan duvardan duyuluyordu. Yeniden Duvar Cinlerinden şüphelenmeye başladığım sırada,

“Kimsin be sen?” diye söylendim.

“İçeri girsene!” dedi, soruma cevap verme gereği duymadan, ısrarcı ses tonuyla. Daha siyah kapıya ulaşmamıştım ki, önümde upuzun bir duvar vardı.

“Nereden gireyim içeri?” diye sordum dişlerimi sıkarak. “Hem niye gireyim? Patriam’da kendi yansımama bile güvenmem ben! Bir de her çağırana koşa koşa gideyim mi?”

“İnanamıyorum… Benim güzel mührümü sana mı emanet ettiler gerçekten? Hem duvardan geçmeyi bilmiyor, hem de iyi-kötü niyet enerjisi okumayı bilmiyor!” Ses, dramatik bir tavırla yakınmaya başladığında iyice şaşkına dönmüştüm. Gözlerimi kapatıp burnumdan solurken, ‘Sanki hiç derdim yoktu…’ diye söylendim zihnimin içinde. Bir çocuk ruhlu, dramatik hortlağımız eksikti!

“Seninle uğraşacak vaktim yok. Duvar ini misin, kütüphane cini misin neysen artık!” Adımlarımın yönünü değiştirip huysuz bir ruh haliyle yürümeye devam ederken bir yandan da söyleniyordum. “Bir senden azar işitmediğim kalmıştı onca işimin gücümün arasında…”

“Rüyanda boynuna asılan anahtar… Yanında mı?” Adımlarım zihnimin komutundan önce, kendiliğinden durdu. Gözlerimi kısıp, korkuyla çırpınan kalbimi rayına sokmaya çalışırken,

“Sen… Nereden biliyorsun onu?” diye bağırdım duvara doğru.

“O anahtarın kilidi burada Lima. On küsur yıldır, senin onu açmanı bekliyor.” Ses bu kez oldukça rahat, keyifli bir tonda konuştu. Arkamı dönüp duvarın dibine kadar yürüdüm ve içeriye sesleniyormuşum gibi eğildim hafifçe.

“Bana kim olduğunu söyle hemen!” dedim net bir tavırla.

“İçeri gel.”

“Kim olduğunu söyle geleceğim!”

“İçeri gelirsen söylerim.”

“Böyle söylersen gelir miyim içeri?” diye çıkıştım sessiz ama sert ses tonumla. Bir yandan bir bedene sahip olup olmadığını bile bilmediğim bir sesle konuşuyor, bir yandan da etrafı kolaçan ediyordum. Kütüphanedeki herhangi bir öğrenci tarafından görülmekten çekiniyordum o an, muhtemelen deli olduğumu düşünürlerdi. Ben bile tam olarak emin değildim henüz yaşadığım şeyin gerçek mi yoksa halüsinasyon mu olduğuna. “Farkında mısın bilmiyorum ama kâbusumda gördüğüm şeylerden bahsediyorsun! Nereden bilebilirsin ki?” Burnumu kırıştırıp gözlerimi kıstım. “Yoksa… Sen misin bana haftalardır kâbus gördüren kişi?”

“Kâbusları bile engelleyemiyorsun cidden sen?” diyerek yakındı ses, sanki fenalaşmak üzereymiş kadar bıkkın ve hayal kırıklığına uğramış gibiydi. “Kurtulmak için bel bağladığım kişiye bak… Nerede yetiştin sen, patates tarlasında mı? Bunca sene boyunca hiç mi bir şey öğrenemedin?”

Kısmen doğruydu. Annem mevsimlik işçi olarak patates tarlasında çalışırken yanında taşıdığı sepette uyuturmuş beni bebekken, büyüdükçe oradaki diğer işçi çocuklarıyla oynayarak, sonra da yardım edebilecek yaşa geldiğimde anneme destek olarak geçirmiştim bazı yazlarımı…

“Evet, patates tarlasında yetiştim! Bir sorun mu var?” diye sordum, elimde olmadan, kişisel olarak alındığımı belli ederek. “Ayrıca kurtulmak için neden bana bel bağlıyorsun? Ya da neden bir duvarın ardında benimle konuşuyorsun? Çıksana karşıma cesurca!”

“Salak kız, çıkabilsem on kere çıkmıştım zaten! Mahkûmum ben! Hapisim burada!” Huysuz ses tonu zihnimde çınladığında, bir şeyler oturmaya başlamıştı. Kitaplara hapsedilen hayaletler… Min’in bahsettiği kütüphane hapishanesinin bir parçası olmalıydı bu kişi. “Babanla birlikte mahkûm edilenlerden biriyim ben!”

“Ne?” diye bağırdım gözlerim irileştiği sırada. “Babamla mı?” Heyecanla atmaya başlayan kalbim, karşımdaki duvara çarpmak üzereydi. “Tarluslu musun sen de?”

“Tarlusluydum. Aforoz edilene kadar…” Üzgün ses tonu, az evvel okuduğum kitaptaki gerçeklerle birleşince kalbim tekledi. Eğer söyledikleri doğruysa, önemli bir askerdi belli ki… Kim bilir, belki de babamla gülüp oynadıkları günler de olmuştu, sırt sırta savaştıkları günlerin yanı sıra… “İçeri gel, anlatacağım her şeyi! Sana sesimi ulaştıracağım diye bütün enerjimi harcadım, yorma beni daha fazla!” dedi iç çekerek. “Bu duvarın ne kadar kalın olduğunu biliyor musun? Sana sesimi ulaştırmam bile o kadar güç ki!”

“Gireceğim içeri. Ama sadece ismini söyle bana.” Sesin sahibinin doğru söyleyip söylemediğini teyit etmem gerekiyordu. Babamın dönemiyle ilgili yazılmış olan tüm kitapları yalayıp yuttuğum için onun yanında savaşan asker arkadaşlarının da isimlerini, unvanlarını ezbere biliyordum artık.

“Marvin. Tarluslu Mühürdar Marvin.”

Ah… En küçükleri…

Marvin, kitaplarda ve Germian’ın anlattığı hikâyelerde en çok dikkatimi çeken savaşçılardan biriydi. Çünkü henüz dokuz yaşındayken mahkûm edilmişti, hem de sırf babasının izinden gittiği için… Oldukça çocuksu, masum bir karaktere sahip olan Marvin, İsyan Taburunun en küçük üyesi, adeta maskotları haline gelmişti kısa sürede. Küçücük yaşında isyancılara hiç yorulmadan yardım ediyor, koca koca adamların ruhlarıyla savaşıyordu. İşler karıştığında, tabur yakalanıp infaz kararı çıktığında; Marvin’in yaşı tutmadığı için (neyse ki) infaz edilmemiş, bunun yerine Kitap Hapishanesine mahkûm edilmişti.

“İçeri nasıl gireceğim ben? Okuduğum kitaplarda duvardan geçmek ya da kütüphanedeki hapishane bölmelerine geçmekle ilgili hiçbir şey okumadım. Yardım et bana.” dedim heyecanla. Bir an önce onunla yüz yüze tanışmak istiyordum. İki haftadır hikâyelerini okuduğum bir roman kahramanıyla tanışacaktım sanki… İçim içime sığmıyordu. Marvin kahkaha attı.

“Bunu ben dört yaşında, babamın kontrol ettiği kütüphane hapishanesine girmek için kendi kendime öğrenip başarmıştım. Dört yaşındaki bir çocuğun aklı da mı yok sende?” dediğinde kaşlarım bir kez daha çatılmıştı. Ben onu kafamda hoş bir yere koyarken, o çekinmeden benimle alay ediyordu!

“Ruh savaşçısı olduğumu bile bir ay evvel öğrendim ben! Üstten üstten konuşmayı kes de biri gelmeden içeri gireyim!” diye çıkıştım, sahip olduğum tüm dürüstlükle. Beklenenden çok daha iyi ilerliyordum Ruh Savaşçıları dünyasını öğrenmek konusunda! Beni küçümsemesine izin verecek halim yoktu! Marvin derince bir nefes çekti içine. Bu nefes, kabullenişin sessiz bir göstergesi gibiydi.

“Bedenini birkaç saniye ruhuna hapset! Ruh her yere geçer, beden duvara toslar!” Anlatmaya başladığında, ses tonundaki hafif kibir silinmiş, akılcı bir ruh haline geçiş yaptığını hissettirmişti bana. “Ruhundaki enerji kapılarını aç önce aptal, sonra oradan çıkan enerjiyi yönet ve bedeninin ruhunun içine girdiğini ve dış katmanda ruhunun kaldığını hayal et!” dediğinde yanıldığımı anladım… Genel olarak, sahip olduğu karakter beklediğimden çok daha farklıydı, bunu yavaş yavaş anlıyordum. Bana ulaşmaya çalışıyor olması, ihtiyacı olması, bir şeyler öğretmek konusunda gönüllü olması dâhil hiçbir şey, üstünlük taslamasına mâni olabilecek güçte değildi. Kendi kendime güldüm sessizce, kendini bir halt sanan çocuk ruhuna karşı.

Gözlerimi kapatıp sarf ettiği sözleri zihnimden yavaş yavaş geçirdim. Enerji kapıları… Yardımsız olarak bedenimden sıyrılabilecek kadar alışmış mıydım o kapıları, dolambaçlı yolları, aura katmanlarını kullanmaya? İçimden bir ses, evet, dedi. Ama ben pek inanmadım o sese… Yine de Marvin’in sesini kulaklarımda bir kez daha tekrar edip sert bir adım attım.

Duvara tosladığım sırada alnımın ortasında beliren sızıyla başım döndü… Ve hafifçe sendeledim geriye doğru.

Duvarın öteki tarafından bir kahkaha sesi daha duyuldu

“Duvara mı tosladın sen az önce?” diye sorduğunda, gülüşünü durduramadığı için, kelimeler ağzından zar zor çıkıyordu.

“Hayır!” Yalanladım onu. Çünkü yapamadığımdan değil, kendime bir an için inanmadığımdan toslamıştım o duvara. Marvin’in meziyetlerime şâhit olmasını istiyordum. Hatta kendimden beklemediğim bir ruh haline bürünüp sabırsız hissettim kendimi, o kibirli tavrını yerle bir etmenin hazzını yaşamak konusunda. Bir kez daha gözlerimi kapattığımda istemsizce dişlerimi de sıkmaya başlamıştım. Sonunda enerji kapılarım net bir şekilde görünür oldu zihnimin içinde. Ruhumu aralarından sıyırırken bir tuhaf hissettim kendimi ama o tarif edemediğim tuhaflık, oldukça kısa sürdü. Yarım saniye sonra, hiç olmadığım kadar özgür hissettim. Ruhum kınından çıkmış bir kılıç gibi gökyüzüne süzüldü. Duvardan kolayca geçtim bu kez.

***

Dört duvarının da, boşluk olmaksızın kitap raflarıyla kaplı olduğu geniş odada, yüzlerce farklı renkte, ebatta, insanın kafasını karıştıracak cinsten başlıklara sahip kitap; sanki sırf şaşırtmaca için konmuştu oraya. Hapishanenin tasarımı, tamamıyla bunun üzerine kurulmuş hatta bunun yanında bir de güçlü yanılsama efsunları yapılmıştı. Onları somut olarak görebiliyor, adeta kokularını alıyordum. Kulaklarıma ulaşan inlemeler ve yakınmalarsa hemen hemen bir düzine kitaptan geliyordu ve gözlerimi kısıp sesleri kafamın içinde ayırt ettiğimde, hangi raftaki kitabın canlı bir ruha sahip olduğunu anlayabiliyordum. Bakışlarımı duyduğum seslere doğru tek tek çevirirken, hepsinin ortak bir noktaya sahip olduğunu fark ettim; kahverengi sağlam ciltleri kalın bir iple sarılmış, üzerine balmumundan bordo mühürler eritilmiş ve sağlam bir asma kilit asılmıştı. Sanki… Mahkûmların ayaklarına bağlanmış ağır prangalar gibi…

“Gardiyan nerede? Birine basılmaz mıyım içeri girerken?” diye fısıldadım, boş odada telaşla etrafıma bakınırken.

“Kütüphane görevlisi seninle beni yalnız bıraksın diye uğraşıyorum sabahtan beri zaten!” Marvin’in sesinin geldiği kitap, birkaç raf ötemdeydi. Hızlı adımlarla ona doğru yürürken buldum kendimi. “Enerjimin çoğunu o yaşlı bunak hasta hissetsin de bize vakit kazandırsın diye-“ Arkamda kalan siyah kapının arkasından gelen anahtar sesiyle Marvin’in sözü yarıda kesildi. “Çabuk kitaba gir! Seni görmesin!” diye bağırdığında, panikten elim ayağım titriyordu. Ne basitti öyle söylemek ya! Duvardan geç Lima! Kitaba gir Lima! Gardiyanın göt cebindeki yedek anahtara da dönüşeyim mi?

“Duvardan geçmeyi yeni öğrendim, bir de kitaba mı gireceğim!” diye bağırdım, kalbim ağzımda atarken. Fakat Marvin’den yanıt alamadım. Gardiyanın kapının ardındaki varlığı, onu beklediğimden daha çok korkutmuş olmalıydı. İş başa düşmüştü. Bakışlarımı kitaba dikip güçlü bir temas kurarken az önce öğrendiğim tekniği kitaba uyarlamaya çalıştım. Ruh kapılarım… Geri gelin!

Soluk beyaz teni, yüzünü kapatan upuzun siyah saçlarıyla karşımda dikilen genç çocuğu gördüğüm an, başardığımı anladım. Bir… Kitabın içine girmiştim. Küçük bir hapishane ziyareti yapmak için.

“Sonunda!” diye bağırıp olduğu yerde birkaç kez zıpladı Marvin.

Dizlerine kadar uzanan, siyah, dümdüz saçları onu eşsiz gösteren detaylardan yalnızca bir tanesiydi. Gri gözleri tuhaf bir matlığa sahipti; içindeki yaşam ışığı tamamen sönmüş, ölmekten beter bir hale düşmüş gibi… Yıllardır bir damla güneş ışığı görmemiş olan teni soluk beyazdı. Öyle ki gözlerinin altındaki, el ve ayak parmaklarındaki damarlar görünüyordu, sanki teni şeffaflaşmaya başlamış gibi… Somut bir bedendi, ama daha çok erken yaşta ölmüş bir çocuğun ruhuna benziyordu.

İçine hapsolduğu kitabın başlığı, o küçük dünyanın karanlık gökyüzüne, mat ve koyu harflerle yazılmıştı; Vahşi Hayvanlardan Korunma Sanatı. Tarif edemediğim bir şekilde ‘eski’ kokan atmosferi, asırlar öncesinden kalma bir kitap olduğunu ispat eder cinstendi. Patriam’ın kuruluş safhasında yaşayan vahşi hayvanları, nesli tükenmiş canavarları anlatıyordu. Bu bana söylenmemişti ama bir şekilde biliyordum. Sanırım tam anlamıyla sayfaların içinde olduğum için… Koca bir zindanın ortasındaydık, etrafımıza örülmüş parmaklıklarsa sürekli şekil değiştiriyordu… Bazen inceliyor, inceldikleri yerlerden içeri girmeye çalışan, daha önce hiç görmediğim korkunç varlıklar kafalarını içeri doğru uzatıyordu. Ürperdim.

“Korkma, içine hapsettikleri kitaptaki karakterler onlar.” dedi Marvin çocuksu bir neşeyle, sol tarafta kalan bir grup ejderhayı işaret ettiği sırada. “Çok tatlılar değil mi?” Bakışlarını ejderhalardan çekip benim korku dolu gözlerime çevirdiğinde masum bir ifadeyle omuz silkti. “Diğer arkadaşımı okyanusları anlatan bir kitaba hapsettiler. Çocuk muhtemelen on senedir nefesini tutuyor.” dedi neşeden yoksun bir sesle kıkırdayarak. “Ama orayı tercih ederdim açıkçası. Yüzmeyi de severim… Burada sürekli timsahları ehlileştirmek, ejderhaların ateşinden kaçınmakla uğraşmazdım.”

Yaratıklar ellerini kollarını sallayarak, hücre sandığım odanın içine girmeye başladıklarında korkum ikiye üçe katlandı. Bir yandan bana dik dik bakan, ne olduğunu bile bilmediğim bir canavarla sert bir göz teması kurarken öte yandan Marvin’in haline üzülüyordum içten içe… Küçücük yaşında… Bu canavarların arasına atılmış, hayatının on küsur yılını bunlarla ve kim bilir daha karşılaşmadığım niceleriyle geçirmek zorunda kalmıştı. Geri geri yürüyerek sırtımı duvara yasladım. Bana kitlenen canavarı göz hapsinde tutmaya devam ediyordum.

“Bir şey yapmazlar. Hepsi sadece benim sonsuz ıstırabım olsunlar diye buradalar. Benden başkasına zarar vermezler.” dedi Marvin bana dönüp yanıma sokulurken. “Hoş, onlarla arkadaş oldum artık. Bana da eskisi gibi işkence çektirmiyorlar. Sağ olsunlar.” Yüzündeki alaycı gülümseme kalbimi tekletti. Öyle kahrolmuştum ki bu küçük çocuğa verilen vicdansız ceza yüzünden… Bir kez daha Patriam’ı dümdüz etmeye yemin ettim içten içe… Marvin bana elini uzattı. “Gel…”

Hücreye benzer bölümden ayrıldığımızda anladım, oranın Marvin için değil, canavarlar için yapılmış parmaklıklar olduğunu. Sanki odadan odaya yürümüyor, sayfadan sayfaya atlıyorduk. Ben ilk odadan ayrıldığımda, orası benim için ‘okuduğum bir sayfa’ haline gelmişti ve amacının ne olduğunu anlamıştım bu şekilde. Girdiğimiz yeni odaya yapay, sarı bir ışık hâkimdi. Burası, küçük bir kütüphane ve çalışma odasına benziyordu. Maun çalışma masasının arkasındaki ayaklı abajuru gördüm. Yayılan loş ışığın kaynağını da bu şekilde anlamış oldum.

“Neyse ki bu kitaptaki ana karakter kitap okumayı çok seviyor da, odasında kitaplar var.” dedi Marvin, rahat tavrıyla kitap raflarının önündeki berjere yığılırken. Bana oturmam için herhangi bir yer göstermedi. Böyle incelikleri düşünmekten yoksun bir pervasızlığa ve rahatlığa sahip olduğu belliydi. Eh… Sonuçta dokuz yaşında kalmış, tuhaf bir yetişkindi o. “Gerçi ilk başlarda bu kitaplar bile beni hapsetmeye çalıştılar, bana içindeki yazıları okutmadılar bile. Ama sonunda onlar da pes etti.” Elini tuhaf giysisinin ceplerine sokup ayağa kalktı aniden. Tam kapının karşısındaki rafa doğru yürüdü. Üst rafın sol köşesinde duran kalın, koyu yeşil renkte bir kitabı çıkardı. “Ama işin komik tarafı ne biliyor musun? Bunlar Krallık tarafından onaylanmış, onların propagandasını yapan kitaplar. Birkaç tanesinde babanla benden de bahsediyorlar. Neymiş, biz Patriam’ın gördüğü en leş savaşçılarmışız da, bizi yakaladıkları ve cezamızı verdikleri için Patriam halkı sonsuza dek onlara minnettar kalacakmış da…”

Çok konuşuyordu. Ben daha Patriam’da bir hapishane koğuşuna sızmanın şokunu atlatamamışken; yıllardır kimseyle konuşmadığı belli olan, iletişim ihtiyacıyla dolu, ürkütücü çocuk soluksuz bir şekilde, zihninden geçen her şeyi anlatmaya başlamıştı.

“Nasıl görünüyorum? Kaç yaşındayımdır sence?” diye sordu, manik bir ruh haliyle arkasına dönüp odanın ortasında dikilip kalan bana, alttan bir bakış atarak.

“Benimle yaşıt görünüyorsun aslında. Ama okuduğum kitaplardaki tarihleri düşününce… Yirmilerinin başında olman lazım.” dedim dürüstçe. Marvin’in yüzü asıldı.

“O kadar yaşlanmış mıyım…” dedi dilini damağına çarparak. “Buraya hapsedildiğimizde zaman algımızı da bozan bir efsun yaparlar. Istırabı arttırsın diye. Ayna da yok zaten… O yüzden kaç yaşına geldim bilmiyordum. En azından on beş falandır diye umuyordum.” Dudakları büküldü. Öyle tadı kaçmıştı ki başını önüne eğip ayaklarını sürüye sürüye berjere doğru yürüdü ve oturdu bir kez daha. Ama bu kez, az evvelki kadar rahat görünmüyordu. Kesik bir nefes alıp çalışma masasına doğru döndüm ve arkasındaki deri sandalyeye oturmak yerine direkt masanın kenarına tünedim sessizce. Zihnimden geçen onlarca farklı düşünce duraksamama neden olmuştu. Tamam, ruhumu serbest bırakıp bu kitabın içine girmeyi başarmış olabilirdim ama çıkış yolunu bilmiyordum bile. Nasıl da düşüncesiz davranmıştım… Ya Marvin yalnızlıktan kafayı yediği için bana gerçek dünyaya geri dönmeyi öğretmezse? Ya burada onunla birlikte çürümem için beni özellikle arayıp bulduysa ve çağırdıysa?

“Ben buradan geri çıkabilecek miyim?” diye sordum endişeyle.

“Yok, birlikte burada sen ben timsahlar kös kös oturacağız.” dedi, o kendine has eğreti çocuksuluğuyla. Yetişkin gibi görünen birinin zihnen çocuk yaşta kalmış olması, şu an bulunduğumuz durumda olmasaydık baya komik görünürdü gözüme, eminim. “Sen Efsane Virtus’un kızı olduğuna emin misin? Babanın kemikleri sızlıyordur şu an!” Söylenmeye başladığı an, nefes almayı da bırakmıştı. Birbiri ardınca kurduğu cümleler bünyesinde taşıdığı kibri ele veriyordu adeta. “Hoş, kemikler sızlamaz bizde. Kemik mi kalır ruh infaz edilince…” Ben karşısında öylece otururken kendi kendine konuşuyor, deli gibi görünüyordu. Jest ve mimikleri bir çocuğa aitti. Fakat yadırgamıyordum onu. Dokuz yaşında bir kitaba tutsak edilmiş çocuk... Envai çeşit canavarla ve hatta kitaplarla bile savaşmak zorunda kalmış, tek başına... Aklını büsbütün yitirmemiş, kendini öldürmenin bir yolunu aramamış olması bile bir mucizeydi.

Yoksa aramış mıydı?

“Hakaretlerini sonraya saklasan da, bir an evvel konuya girsen olur mu?” diye sordum, aklımdan geçen düşünceleri ona yansıtmak yerine. Enerjimin azaldığını hissetmeye başlamıştım çünkü. Sanki orada kalmak enerjimi normale göre yüz kat daha hızlı tüketiyordu. Sanki bu canlı bir dünyaya sahip olan kitap, kendi içeriğine ait olmayan bir karakter, dünyasına girerse savunmaya geçiyor, onu ait olmadığı o dünyadan atmaya çalışıyordu. Usul usul üşümeye başlamıştım, parmaklarımın ucu titriyor, gözlerim sulanıp duruyordu, sanki üç gündür uyuyamamışım da çok uykum gelmiş, bayılmak üzereymişim gibi...

Marvin arkasında kalan rafa uzanıp bir tüy kalem aldı eline. Onu gelişi güzel hareketlerle gökyüzüne sallarken, yalnızca kendi el hareketlerine odaklanmıştı. Ne yapmaya çalıştığını anlamadım başta. Ardından elini takip etmeye başladım tüm dikkatimi toplayarak. ‘...us kızın sana hiç benzemiyor.’

Virtus kızın sana hiç benzemiyor? Huzursuz bir nefes verdim. Marvin kıkırdadı. Ardından kalemi kucağına indirip dalgın bir ifadeyle, bembeyaz tüyleriyle oynamaya başladı. Mevzu bomboş ahkâm kesmeler olduğunda hiç susmayan çocuk, konu öncelikli olarak anlatması gereken şeylere geldiğinde sus pus oluyordu. O zaman neden çağırmıştı ki beni buraya? Tam ağzından mantıklı bir laf duymak konusunda ümidi kesmiştim ki, başını kalemden kaldırmadan anlatmaya başladı.

"Babam Tarlus klanında kitaplardan sorumlu bir savaşçıydı. Kitaplardan sorumlu dediysem... Yazardı aslında. Patriam’da şu an yasaklıdır muhtemelen ama belki yasak yollarla edindiğin kitaplarda görmüşsündür.” Gözlerinin önünden koyu bir gölge geçtiğinde anladım. Onun için konuşulması kolay olmayan mevzular vardı. Geride bıraktığı geçmiş, çocuksu kibrinin altına sakladığı, durmaksızın kanayan bir yaraydı... “Heregor.” dedi, soluk verir gibi. Elbette duymuştum. Daha üç gün önce okumuştum onun kalın ciltlerinden birini. “Tarluslular kitaplara çok kıymet verir. Bütün ünlü yazarlar bizden çıkar zaten.” Gözlerindeki gölgeler yerini gururlu parlaklıklara bıraktı.

“Evet, biliyorum. Hatta bu kitap hapishanesi fikri de Tarluslulardan çıkmış… Öyle okumuştum.” dedim, onu daha fazla konuşmaya teşvik etmek istercesine. İğrendiğim bir şey söylemek üzereymişim gibi yüzümü buruşturdum. “Ama derslerde bu fikrin Kral Armais’in büyük babasından çıktığını öğretiyorlar.”

Marvin, duvarlarda birkaç kez yankı yapacak cinsten bir kahkaha attı, başını geriye doğru yatırarak. “Famalılardan ne beklersin ki… Ama doğru. Bizim atalarımızın fikri. Ama tabii Famalıların şu an kullandığı gibi değildi. Kitaba hapsedilir, hapsedilen kitaplarda doğruyu iyiyi anlatırdı. Onlar böylece eğitilir, sonrasında sınava tâbi tutulur duruma göre tekrar halka iyi birer savaşçı olarak kazandırılırdı.” Yüzündeki çocuksu ifade, klanına duyduğu gurur ve özlemle büyüdü yavaş yavaş. Kurduğu her yeni cümlede gözleri biraz daha parlak görünüyordu. İçten içe sahip olduğu o çocuksu masumiyeti beni gülümsetti. Bu tuhaf çocuk-adam... Sempati duyabileceğim özelliklere de sahipti sanırım, uyuz olduklarımın yanı sıra... Derin bir iç çekti saniyeler sonra. “Atalarımla gurur duyduğum bu sistemin kanlı ve çirkin haline beni mahkûm ettiler resmen…” dediğinde, bu cümleyi bana değil, kendi kendine kurmuştu sanki.

Gözleri uzaklara daldı birkaç uzun dakika boyunca. Ben her geçen saniye gücümün tükendiğini, daha çok üşümeye başladığımı hissetsem de sesimi çıkarmadım. Bir şekilde empati kurabiliyordum onunla. Bazen... Hayatımızla ilgili bazı şeylerden bahsetmek kolay olmuyordu, ‘gücümüzü tüketebiliyordu’ Marvin için olduğundan daha zordu çünkü o, teoride küçücük bir çocuktu hala... Ayağa kalktı, raflardaki kalın sırtlı kitapları incelermiş gibi yaparak devam etti konuşmasına.

“Nerde kalmıştım… Hah, babam… Babam yazardı ama aynı zamanda gardiyandı. Evimizde devasa bir kütüphane vardı. Türlü el yazmaları, ünlü eserlerin ilk kopyaları, mucizevi sırların ve efsunların formüllerinin olduğu kadim kitaplar ve içinde bir sürü mahkûm ruh…

Çocukluğum hem bu mucizevi kitapların hem de hapsedilen ruhların arasında geçti. Ben onları göremiyordum ama yine de içinde yatıp kalktığım yerde yüzlerce tutsak mahkûm ruhun olduğunu bilmek hep tuhaf hissettirirdi bana.”

“Korkar mıydın?”

“Aksine! Aşırı heyecanlandırırdı beni! Çok merak ederdim. Ara sıra gizlice onlarla konuşmaya çalışırdım. Çok meraklı bir çocuktum.” Düşünceli ifadesi, içine düştüğü anıyla bir nebze de olsa neşelendi. Benim de içim rahatladı. Mevzu oldukça önemliydi, evet. Fakat yine de bu denli zorlandığını görmek, kendimi suçlu hissetmeme neden oluyordu. “Sekiz yaşına geldiğimde bir gün babamın yasakladığı kitapları karıştırmak için mahkûmların olduğu kütüphaneye girdim yine. Her zamanki gibi orada oyun oynamaya ve etrafı karıştırmaya başladım. O sırada, yer altına gömülü başka bir bölme keşfettim. Daha evvel hiç görmediğim… Kat kat kilidin olduğu…

O kadar merak ettim ki orasını, sonraki birkaç gün o gizli bölmeyi açabilmek için her yolu denedim. Ve sonunda başardım. Bölmenin içinde yine bir sürü kitap vardı ama daha evvel gördüklerimden biraz farklıydı… Hepsi o kadar parlaktı ki, gözlerimi alamadım, büyülendim. O kitapların arasında da bir tanesi özellikle ilgimi çekti. Bembeyaz bir kitap…”

Bana neden anlatıyordu ki tüm bunları? Babasının, muhafaza ettiği kitapların, Marvin’in çocukluk yaramazlıklarının benimle ne ilgisi vardı? O an hiç anlam veremedim buna. Hikâyenin varacağı noktanın ne kadar önemli olduğunu sonradan anlayacaktım. Fakat ruhum benden önce biliyordu sanki içimde durmaksızın bir şeyler kıpırdanıyor, gün yüzüne çıkmaya çalışıyordu.

Arkasına döndü ve bana baktı, uzun adımlarıyla yanıma geldi. Diz çöktü. Soluk beyaz teni, yanı başımızdaki mumun ışında küçük kılcal damarlarına kadar görünmesine sebep oluyordu. “O kitabın adı… Beyaz Ölümdü Lima. Senin şu an ruhunda taşıdığın mührün adı…”

Gözbebeklerim istemsizce büyürken göz pınarlarıma zorla tutunan yaşları akıtmamak için sıktım gözlerimi refleks olarak. Uyuyakalmak üzereymiş gibi hissediyordum. Ya da belki... Donarak ölmenin eşiğindeydim. Fakat yaşadığım şaşkınlığın bedenime yüklediği adrenalin dalgasıyla toparladığımı hissettim birkaç saniye sonra. Ağzım beş karış açık kalmıştı. Hafifçe Marvin’e doğru eğilip,

“Nasıl yani? Benim ruhumda mühür mü var?” diye sordum, bunun ne anlama geldiğini bile anlamadığımı belli ederek. Marvin burnundan nefes vererek güldü, gergin bir tavırla.

“Görmedin mi daha ruhunu aptal kız?” Tok sesiyle yaptığı mistik anlatı, çocuksu siniriyle bölünmüştü bir kez daha. Başını sağa doğru eğerken gözlerini kıstı. “Daha arenaya çıkmadın mı sen?”

“Çıkmadım tabii ki! Ne dedim sana ben? Bu lanet yere geleli bir ay oldu daha!” diye çıkıştım ona anlık bir öfkeyle. Neden kimse bir türlü anlayamıyordu bunu? Neden her seferinde sırtıma kaldırabileceğimden daha ağır yükler yükleniyordu?

“Eee bu mu bahanen? Ben daha sekiz yaşında isyan çıkardım, kraliyete savaş açtım be!” dedi sinir bozucu derecede üstten bir tavırla.

“Ben de çıkaracağım o isyanı ama iki dakika dur da bu Tanrı’nın cezası yeri bir çözeyim önce! Bu yaşıma kadar Taşralı Lima’ydım. Bir anda ruhu kıymetli, Patriamlı Lima oldum çıktım!”

“Aaa, Taşra hala aynı mı? Orada bir kadın vardı, böyle kocaman kafalı bir şeydi. Armut ağacı vardı bahçesinde… Armutlardan bir tane aldım diye çok kızmıştı bana. Patriamlılar sayım yapıyormuş…” Alakasız bir mevzuya atlayıp, yeniden çocuk gibi (yahut deli) kendi kendine konuşmaya başladığında, sabrımın taşmak üzere olduğunu belli eden cinsten, sert bir nefes verdim.

“Bırak şimdi koca kafalı kadını-” Bir an durdum. Yeasim teyzeden mi bahsediyordu o? “Sen Yaesim teyzeyi nereden biliyorsun?” diye bağırdım hayretle.

“Baban beni taşraya götürürdü arada. Annenle seni görmeye geldiğinde…”

“Babam taşraya mı geliyordu?” diye bağırarak sözünü kestiğimde, az kalsın kalbim duracaktı. “Ama ben hiç görmedim babamı…” Yaşadığım şaşkınlık, öfke ve heyecan birbirine karışıp allak bullak etmişti beni. Babam... Tarlus’un efsanesi Virtus... Beni görmek için taşraya mı gelip gidiyordu gerçekten? İyi ki enerjisizlikten sulanmaya başlamıştı gözlerim. Marvin’in karşısında, daha onunla tanıştığım ilk günden gözlerim dolsaydı çok utanırdım.

“Ha… Sana söylemiyorlardı tabii…” dedi Marvin, zihnindeki parçalar yeni yeni birleşiyormuş gibi, yavaşça başını sallarken. Bir an sonra dudaklarını büktü, sanki kırmaması gereken bir pot kırmıştı. Beni geçiştirmek istediğini belli edercesine rahat bir tavır takınıp, “Sonra anlatırım oraları boş ver sen-“ diye konuşmasına devam ettiğinde, cümlesini yarıda kesecek türden, beklenmedik bir hareket yaptım; yakasına yapıştım.

“Babam beni görmeye geliyor muydu cidden? Ben neden hatırlamıyorum ki? Neden annem bana yalan söyledi?” diye bağırdım telaşla. Beni yalanlamasını, bir şekilde söylediği şeyin gerçek olmadığına ikna etmesini istiyordum içten içe. Daha fazla yalanla baş edemezdim...

“Ben ne bileyim be! Sekiz yaşındaydım ben. Vardır bir bildikleri.” diye çemkirip kendini geriye atarak kurtardı yakasını ellerimden. Artık tanıdık gelen beklenmedik tavrıyla yere uzandı ve gözlerini kapattı usulca.

Bu kez derinlere dalan kişi; bendim. Geleceğimle uğraşmam gereken her gün, bir de geçmişim çıkıyordu başıma. Bilmediğim her şey... Kambur olup sırtıma konuyordu. Babamı görmüştüm, ama hatırlamıyordum bile. Taşraya gelmişti ama benimle vakit geçirmemiş miydi? Uzaktan mı bakmıştı bana? Ya da... Ben mi hatırlamıyordum çok küçük olduğum için? Bu mümkün değildi! Erken yaştan itibaren yaşadığım anıları hatırlamak konusunda iyi bir hafızaya sahiptim. Yoksa... Efsunlamış mıydı beni, varlığını unutturmak için? Göğsümün üstüne koca bir kaya oturdu. Kollarım titremeye başladı.

Marvin, uzandığı yerde sırtını dikleştirip oturdu ve bağdaş kurdu biraz sonra. Bana alttan bir bakış atıp, “Nerede kalmıştım?” diye sordu. Açıkçası, hikâyenin geri kalanı umurumda değildi şu noktada. Aklım tamamen kendi geçmişime, babama ve anneme kaymıştı. Benden sakladıklarına... Zihnimde çınlayan o ses, sürekli, ‘umarım geçerli bir sebebiniz vardır’ diyordu. Omuz silktim.

“Ne bileyim ben… Beyaz Ölüm falan bir şeyler saçmalıyordun.”

“Beyaz Ölüm hakkında düzgün konuş!” diye bağırdığında, hiç olmadığı kadar abartılı bir tepki göstermişti Marvin. “Saygılı davran!”

Derin bir iç çektim. Şu ‘beyaz ölüm’ zımbırtısının Marvin için ne kadar mühim bir olgu olduğu ortadaydı. Ve her ne kadar itiraf etmek istemesem de... Benim ruhum için de... Ağzımdan beyaz ölüm cümlesi çıktığı anda, beklenmedik tepkiler vermeye başlamıştı bedenim bile. Alnımın ortası alev alev yanıyor, zihnimdeki uçsuz bucaksız ipler heyecanla kımıldanıyordu, kendi uçlarını ararcasına... Sanki hepsi, ortak bir yere bağlanıyordu; beyaz ruha... Geçmişte kalan ailevi mevzuları şimdilik rafa kaldırmaktan başka çarem olmadığını fark ettim o an. Şimdi, gücüm tamamen tükenmeden Marvin’in anlatmak istediği her şeyi dinlemeli, sonra daha müsait bir anda babamla ilgili olan kısmı araştırmalıydım.

“Tamam, anlat… Kitabı buldun… Eee? Olay bana nasıl bağlanacak merak ediyorum doğrusu.” dedim isteksizce. Marvin bana tezat bir heyecanla kıpırdandı, oturuşunu düzeltip başını salladı abartılı bir tavırla.

“Hah, kitabı buldum… Daha kitabın kapağını bile açamadan tuhaf bir şey oldu ve bir şeyin ruhuma doğru aktığını hissettim. Vücudum kasıldı, titremeye başladım. Bedenim yere yığıldığında bile hala direniyordum! O sırada bir ses duydum. 'Kitabı açan kişi... Eğer vücudun bunu kaldırırsa... Patriam’ın gelmiş geçmiş en kıymetli gücü olan beyaz ölüm, ruhuna akacak… Ve seni bir efsaneye dönüştürecek’” Öyle büyük bir heyecanla anlatıyordu ki, o anları tekrar yaşıyormuş gibi görünüyordu. Kim bilir bir başına geçirdiği günlerde kaç kez sil baştan yaşamıştı en mutlu olduğu anılarını... “O sırada babam geldi!” Dizlerini karnına çekip, o anı bana da yaşatmak istercesine, ayağını yere vurdu, hiç beklemediğim bir anda. Yerimden sıçrarken enerjisi yüzünden ne kadar tükendiğimle bir kez daha yüzleştim, ama yine sesimi çıkarmadım. “Beni öyle görünce öyle çok korktu ki yüzünü bugün bile hatırlıyorum! Öleceğimi düşündü başta ama mucizevi şekilde ruhum yetişkin ruhların bile kaldıramadığı o yüce mührü sanki yüzyıllardır oraya aitmiş gibi kabul etmişti!” dedi, gururla parlayan gülümsemesiyle. “Sonra efsanenin başlangıcı işte… Sekiz yaşında küçücük bir çocuk, Patriam’ın en güçlü savaşçılarından birine dönüştü!

Tabii daha çok küçüktüm, Akademiye gitmeme bile yıllar vardı. Babam bu gücümü saklamak için bir süre çok uğraştı ama pazara gitsek istemsizce her yeri insanların başına yıkıyordum! Evde birine en ufak kızsam annemi ya da babamı yanlışlıkla duvardan duvara çarpıyordu enerjim! Tam bir karmaşa!”

O anlatmaya devam ettikçe keyifleniyor, ben detayları dinledikçe yaşadığı anıyı gözümde daha iyi canlandırdığımdan kahkaha atmak üzereymişim gibi hissediyordum. Düşününce öyle komikti ki; küçücük, haylaz bir çocuğa yüklenen kutsal, devasa bir güç... Marvin yine anın heyecanına kaptırmıştı kendini, nefes almadan devam etti konuşmaya.

“Sonra babam Kraliyet ailesi peşimize düşmesin diye gücümü kontrol edebilmem için bana gizlice eğitim verecek birini buldu… Babanı!” Konunun beni ilgilendiren kısımlarından birine geldiğini, yaptığı sert vurguyla da belirttiğinde, bu ses tonu değişikliğinin hiç önemli olmadığını düşündüm. Cümlede ‘baban’ kelimesi geçmesi bile yeterliydi benim için... Hayret içinde, kesik bir nefes aldım.

“Babam eğitmenlik mi yapıyordu?” diye sordum, ilk kez onun coşkulu enerjisine yakın bir noktaya ulaşırken. Marvin başını hızlı hızlı sallarken, kafatası boynundan kopup ayrılacaktı az kalsın.

“Baban Tarlus’un en güçlü savaşçısıydı! Herkesi o eğitirdi, onun tek bir dersine katılmak için herkes birbirini yerdi!” Coşkusu bir an için kesintiye uğradı. Omuzları hafifçe aşağı doğru düştü. “Ama o zamanlar kaçak olduğu için resmi olarak eğitim veremiyordu. İsyancı ordunun takıldığı aşağı kenttelerdi hep.”

“Aşağı kent mi?” diye sordum kaşlarım istemsizce çatılırken. “Ne kadar çok şey var öğrenmem gereken…” Arkama doğru yaslanıp bunalmış bir nefes verdim, benim de omuzlarım tıpkı Marvin’inkiler gibi aşağı düşerken. “Aşağı Kent neresi oluyor? Tarlus kitaplarında bile duymadım ismini.”

“Duyamazsın çünkü yasak! Tarluslular bile ismini geçirmez o yerin!” dedi, gözlerini korku hikâyesi anlatıyormuş gibi irileştirirken. “Çünkü yasaklı bölge! Ama o dönem baban ve isyancı arkadaşları mecburen orada takılırdı.” İşaret parmağını kaldırıp üstüme doğrultarak uyardı beni, çocuksu bir tavırla. “Sen de sakın Patriam sınırları içinde o yerin ismini geçirme, tamam mı?” Ağır ağır başımı sallayarak onayladım onu. “Neyse, Aşağı Kent’te Tarluslu babanla ve diğer isyancılarla takılmaya başladım. O sırada babanla çok yakın arkadaş olduk!” diye anlatmaya devam etti, o kibir fışkıran ifadesiyle. Kendisini dünyadaki en havalı insan olarak gördüğü belliydi. Tuhaf bir ifade takınıp kaşlarımı çattım.

“Babamla? Sekiz yaşındayken?”

“Tabii ya! Baban çok severdi beni! Birlikte kaçak ruh dövüşlerine falan giderdik.” Yeniden derinlere dalarken başını salladı gülümseyerek. “Güzel günlerdi…”

Az kalsın duvarları inletecek bir kahkaha atacaktım. Karşımdaki adam, en havalı mıydı bilmem ama benim kısa ömrüm boyunca gördüğüm en komik insandı. Yaşlı amcalar gibi nostalji yaşayıp hülyalara dalıyor, ama aynı zamanda çocukça hareketler yapıp otuzlu yaşlarındaki bilge bir insan gibi konuşuyordu. Tam anlamıyla; karmaşaydı. Ve bu, ona karşı hem şefkat beslememe, hem sinir olmama hem de her yeni hareketiyle kahkahamı tutmak zorunda kalmama neden oluyordu.

“Tamam, ballandıra ballandıra anlattın hikâyeni… Sadede gel lütfen. Benimle ilgisi ne bu durumun? Ya da rüyamda boynuma asılan anahtarın?”

“Ya iki iki dört işte be! Anlayamıyor musun? İsyan başarısız oldu, benim güzelim mührümü Krallık ele geçirmesin diye baban ölmeden önce onu benden alıp sana mühürledi falan işte…” Uzanıp omuzlarımdan tutundu ve dramatik bir tiyatro sahnesinin parçasıymışız gibi salladı bedenimi, öne doğru. “Yani benim güzelim mührüm… Patriam’ın en kıymetlisi senin ruhunda!”

Artık, hayret hissinden öyle yorulmuştum ki, boynumda tonlarca ağırlık hissediyor, bir yandan da alnımda git gide daha da ısınmaya başlayan o noktayla baş etmeye çalışıyordum. Gözlerimi kapatıp, fiziksel bir acı çekiyormuşum gibi yüzümü buruşturdum. Sanki çocukluk günlerimden birinde, ateşlendiğim o anıyı en baştan yaşıyordum. Alnım cayır cayır yanıyor, bedenim onun tam tersi titriyordu. Tenimde hissettiğim dokunuşla irkildim. Gözlerimi istemeye istemeye de olsa açtığımda, alnıma parmaklarının ucuyla, değerli bir elmasmış gibi nazikçe dokunan Marvin ile burun buruna geldim. Büyülenmiş gibi alnımdaki ısı noktasını izliyor, derin nefesler vererek kendini az da olsa sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Demek buradasın…” diye fısıldadığında, benimle değil, alnımla konuşuyordu. Nefeslerini düzene sokana dek bekledi öylece. Parmaklarını üzerimden çekmek istiyormuş da bir türlü çekemiyormuş gibi bir hali vardı. Sonunda uyandı rüyasından. Geri çekilip gözlerimin içine baktı. Yaşadığı duygu yoğunluğu yüzünden ağlamak üzereymiş gibiydi. Ben de yaşadığım yakıcı sızı yüzünden ağlayacaktım, çok az kalmıştı. “Benim kök çakrama konumlanmıştı… Senin üçüncü gözüne… Vay be! Kim bilir buradayken nasıl çalışıyordur! Çok heyecanlandım!”

“Kafam çok karıştı… Her şey allak bullak oldu kafamda…” dedim istemsizce ağlamaklı çıkan, adeta yakınan ses tonumla. “Hiçbir şey anlamıyorum ben!” Acıdan dolayı yaşadığım üzüntü, aniden öfkeye dönüştüğünde oturduğum yerden fırlayıp burnumdan solumaya başladım. “Ne istiyorsun şimdi benden? Mühür müdür nedir, onu sana geri vermemi mi? Anahtarla neyi açacağım? Nereyi açacağım? Ne yapacaksın açarsam?” Kafamın içinde dolanan yüzlerce sorudan birkaçına yanıt istiyordum en azından! Yoksa aklımı kaçıracaktım!

“Beyaz Ölüm artık senin. Onu geri istemiyorum.” dedi Marvin kendinden emin tavrıyla. “Ben sadece o Armais denen şerefsizden ve Siyah Ruhtan intikam almak istiyorum!”

Zaten bir süredir titriyordum, ama bu kez farklıydı. İliklerime kadar hissettiğim sarsıntılı titreme dalgasıyla daha önce hiç yaşamadığım, yanına bile yaklaşmadığım bir atağın eşiğine gelmiştim. Siyah Ruh... İsmini ilk kez duymuştum ama ruhum kim olduğunu biliyordu. Alnımda yanan mühür yahut... Çok yakından tanıyordu onu. Kalbim göğüs kafesimi delmek istercesine hızlı atıyor, alnımdan boncuk boncuk terler akıyordu. Her bir hücrem alnımdaki ısı noktasına ayak uydurmuş gibi cayır cayır yanmaya başladı sonra. Ölecek miydim? Nefes alamıyordum! Marvin bedensel tepkimelerimi izlerken beni şok edecek biçimde rahat görünüyordu.

“Pardon. İsmini geçirdim diye böyle oldun…” dedi, hayatımı elimden almak üzereymiş gibi hissettiğim o ‘şeyden’ alelade bir şeymiş gibi bahsederek. “Beyaz Ölüm sende ya, o yüzden o lanet ruhun ismini duyunca böyle tepkiler veriyorsun.”

Marvin yaşadığım atağı atlatmak için ne yapmam gerektiğini söylemeyi bırak, düşünceli birkaç laf edip sakinleştirmeye bile çalışmadı. Derin nefesler almaya çalıştığım sırada gözlerimi kapattım ve Daimon’un bana haftalar önce öğrettiği ipleri aradım zihnimde. Neyse ki o günlerdeki toy Lima yoktu artık, ruhunu olabildiğince geliştirmişti kısa bir süre içinde. Hemen buldum parlak uçlarını ve o dingin vadiye bıraktım ruhumu, nefeslerim düzene girene, siyah ruhun etkisinden tamamen sıyrılana kadar. Sonunda iyi hissettiğimden emin olduğum o noktaya geldim ve gözlerimi açtım.

“Ne bu Siya-” Marvin uzanıp ağzımı kapatarak cümlemi yarıda kesti.

“Sus, anma ismini! Önce bir sakinleş, anlatayım.”

Başımı ağır ağır sallayıp bekledim sessizce. Marvin de, onda ilk kez gördüğüm, anlayışlı bir ifadeyle ve sabırla bekledi beni. Temkinli bakışlarını bir an olsun çekmedi üzerimden. Neticede, mevzuyu sağlıklı bir şekilde dinleyebileceğim kıvama geldiğimi düşünmüş olacak ki tane tane anlatmaya başladı.

“Bu iblis ruh, Patriam var olduğundan beri klan klan kendine yem arayan bir iblis topluluğunun lideri. Ruhla beslenen bir klan... Noctvorr klanı. Bazı kitaplar isimlerini geçirmekten çekindiği için Özçalanlar ya da Nefesyiyenler olarak da geçirir…

Bu lanet ruh, ismini geçiremediğim, musallat olduğu ya da anlaşmaya vardığı ruhu git gide güçlendiren, ama aynı zamanda vahşileştiren bir iblis. Savaşçı git gide bir ölüm makinesine dönüşünce, öldürdüğü savaşçı ruhları ile besleniyormuş. Ama... O kadar güçlü ki tarifsiz... Bu iblis ruhu o zamana kadar kimse yenememiş. Patriam’da ondan ona aktarılarak, bütün klanlara musallat bir şekilde yaşıyor çeyrek asırdır.”

Patriam’a ayak bastığım günden beri başıma gelmedik şey kalmamıştı. Ama ilk kez böylesine güçlü bir korku, nefret ve öfkeyle dolmuştu ruhum. Hala iliklerime kadar titriyor, yeşil vadi sayesinde zihnimi sakinleştirsem de ruhumun içten içe verdiği tepkilere müdahale edemiyordum. Öyle tetiklenmişti ki... Ne Moira, ne yeri göğü yıkmama sebep olan öfke anları, ne de geçmişim hakkında öğrendiğim sarsıcı gerçekler böyle hissettirmemişti bana. Bu... Çok farklıydı. Ruhumun hedefi gibi... Varoluş sebebi, doğumu ve yıkımı gibi...

“Bana kâbus gördüren, boynuma bu anahtarı asan o olabilir mi? Belki senden ve beyaz ölüm bende diye dolayısıyla benden intikam almak için belki bizi buluşturmak ve seni dışarı çıkarmak istiyordur. Olabilir mi?” diye sordum, uzun bir süre kendi kendime düşündükten sonra. Aklıma daha mantıklı bir olasılık gelmemişti. Ama Marvin, bu tahminimden hiç hoşlanmamış gibi elini yere çarptı sertçe.

“Olamaz!” diye bağırdı. “Sen o lanet şeyi tanımıyorsun! O seninle uğraşsaydı, bu bilgisizlik ve tecrübesizlikle saniyesinde iliğini ve kemiğini sömürürdü ve yok ederdi seni!” Burnundan derin derin soluyor, sanki o korkunç ruhtan en az benim kadar etkileniyormuş gibi sıkıntılı tepkiler veriyordu. “En son babanla onu Cehennem Kuyusuna mühürlemiştik ama İsyan Taburu Patriam için gerçek bir tehdite dönüştüğünde, Hanedanlık, isyanı bastırmak için o ifriti özgür bıraktı yeniden. Bize karşı galip gelebilmelerinin en büyük sebebidir o lanet ruh!” Sanki o günleri en baştan yaşıyordu. İçinde biriken öfke yüzünden tir tir titremeye başlamıştı, tıpkı... Benim gibi. “Babanın ve silah arkadaşlarının infazı da bizim mahkûmiyetimiz de onun elinden oldu! Şu an yüksek ihtimalle serbest hâlâ, ya da Kraliyet onu her an kullanmak için gizli bir yerde tutuyor. Ve Beyaz Ölüm sende olduğu için senin on kat daha fazla dikkat etmen gerekiyor! Ona yem olamazsın!”

“Nasıl tanıyacağım peki ben bu ruhu? Olur da bir yerde karşıma çıkarsa? Ya karşıma çıktıysa da ben fark etmediysem?” Çaresizce sorduğum soru, içimi acıttı. Bir kez daha annemi suçlarken buldum kendimi. Neden onca zaman saklamıştı ki her şeyi benden? Neden ufak ufak da olsa alıştırmamıştı beni bu dünyaya ve içinde barındırdığı kirli gerçeklere?

“Sen tanımasan bile içindeki mühür onu tanır, merak etme! Beyaz Ölümün en bilindik yeteneği ruh renklerini okumasıdır. O yüzden ruh formunda ona rastladığın an anlayacaksın zaten.” dedi Marvin, bilge bir öğretmen edasıyla. “O yüzden şu ana dek karşına çıkmamış demektir.”

“Anladım…” Debelenip durduğum, her gün daha da derinleşen çukura bir katman daha eklenmişti. Ben, dibe sürüklenirken, yukarı çıkmanın bir yolunu bulmaya çalıştıkça engeller artıyor, çukur acımasız bir girdap gibi beni içine çekiyordu.

“Hadi çıkar beni buradan da intikamımı alırken seni de korumama izin ver! O iblisi benden iyi tanıyan kimse kalmadı! Hepsi infaz edildi Lima!” dedi Marvin; adeta ağzı sulanıyor, bir an önce kurtulmak istiyordu bu eski kitap yapraklarının arasından. Onu şaşırtacak bir şey yapıp sessiz kaldım. Buraya geldiğim andan itibaren konuşulan her şeyi en baştan, sağduyumdan destek alarak dinledim zihnimde, her bir kelimenin üstünden geçtim yavaş yavaş.

“Yani o anahtar seni buradan çıkarmak için, öyle mi?” diye sordum sonunda. Daha çok kendi kendime konuşuyormuşum gibi çıkmıştı sesim. Kafamın içinde kaybolmuştum resmen... Birden başımı sertçe iki yana doğru sallayıp silkelendim, kendime gelmek için. Marvin ile güçlü bir göz teması kurdum. “Anlamak için soruyorum Marvin, yanlış anlama… Madem o anahtar seni serbest bırakacak… Herhangi biri kullanıp seni özgürlüğüne kavuşturamaz mıydı? Ya da neden başka bir Tarluslu ile iletişim kurmaya çalışmadın? Hem seni serbest bırakırsam, Patriam ile Kraliyetle ya da o lanet iblisle tek başına nasıl savaşacaksın ki? Yıllardır burada tüm enerjini tüketmişken hem de…”

“Birincisi, senin dışında kimse duyamaz beni. Çünkü Beyaz Ölüm mührü seninle benim aramda bir bağ oluşturuyor.” O bilge tavrını sürdürerek eni bilgilendirmeye devam etti. “İkincisi o anahtarı herkes oluşturabilir. Enerji ile çalışır… Ama kimse kullanamaz. Sen hariç… Çünkü henüz idrak edemiyorsun ama ruhundaki bu mühür sayesinde istediğin her şeyi yapabilirsin!” dedi heyecanlı bir gülümsemeyle. Ardından boynunu yukarı doğru uzatıp, şımarık bir çocuk gibi çırpındı. “Hadi, kullan şu anahtarı ve çıkar beni buradan!”

Oturduğum yerden yavaşça kalktığım sırada, istemsizce dudaklarımı büktüm ve başımı geriye doğru attım mahcup ama onaylamaz bir ifadeyle. “Şimdi değil.” Düşünceli bir nefes verip başımı Marvin’e doğru eğdim hafifçe. “Yanlış anlama… Anlattıklarına inanmadığımdan ya da sana yardım etmek istemediğimden değil. Aksine… Beni müthiş heyecanlandırdın. Çünkü ilk kez bana Patriam’ı gerçekten alt üst etmemim mümkün olduğunu gösterdin.” dedim oldukça içten çıkan ses tonumla. Ona karşı yüzde yüz dürüst olmaktan başka çarem yoktu, aramızda önemli bir ruh alışverişi yapılmıştı sonuçta. “Ama seni şu an dışarı çıkarmayacağım. Burası bana müttefiklerime bile güvenmemem gerektiğini çok hızlı öğretti. O yüzden önce söylediklerini detaylıca araştıracağım. Sonra ikimizin ortak arzusu için uzun vadeli bir plan yapacağım. Sonra da zamanı geldiğinde seni özgür bırakacağım.”

Marvin ayağa fırladığında bana kızacak, belki üstüme yürüyecek ya da bağırıp çağırmaya başlayacak sandım, ama hiçbirini yapmadı. Heyecanla koşup kütüphaneye gitti ve tüy kalemi eline alıp görünmez alfabesiyle yeni bir şey yazdı gökyüzüne;

‘Virtus... Kızın tıpkı sana benziyor.’

Ben istemsizce sırıtırken, Marvin bana dönüp tatlı tatlı gülümsedi. Yeniden yanıma yaklaştığında, omzuma uzanıp dostane bir dokunuş emanet etti oraya.

“Beklediğimden daha iyi... Sonunda babanın kızı gibi konuştun.”

Söylemek istediğim çok şey vardı ama gülümsemekle yetindim. Ona karşı yoğun bir minnet duygusuyla dolmuştum. İlk kez biri... ‘Babasının kızı’ tabirini bir hakaret olarak kullanmamıştı bana. İlk kez... Gerçekten babamı gururlandıracak bir evlat gibi hissediyordum kendimi. Marvin’in ruh gücümle ilgili öğrettiği şeyler ayrı, babamı bu kadar yakından tanıyan biri olarak beni ona benzetmesi ayrı... Özgüvenimi yerine getirmişti. Sanki o an, tüm dünya karşımda dursa ben yine yenerdim o savaşı. Beyaz ruhum... Babamın biricik emaneti... O emaneti hak edecek biri olmak için yaşayacaktım bu saatten sonra.

Marvin beni kapıya kadar geçirdi. Omuzlarımdan tutup bedenimi kendine doğru çevirdiği sırada, önemli bir tembihte bulunacağını belli edercesine kararlı bakışlarla baktı yüzüme. “Kaelion’u bul. Ondan isyancı günlüklerini iste. Orada anlatılanları oku ve bize, Tarluslu isyancılara, babana neler yaptıklarını ne tür işkenceler çektirdiklerini oku. O zaman bu planını hızlıca hayata geçirmek isteyeceksin!” dedi, boyundan büyük, erdemli ifadesiyle gülümseyerek.

“Merak etme, hepsini okuyacağım.” dedim emir almış bir asker gibi sertçe başımı eğerek. Ardından içten gelen bir istekle uzanıp bir saniyeliğine sarıldım ona. Marvin şoka uğradı. Kim bilir nasıl özlemişti, o yıllar içinde ne kadar çok ihtiyaç duymuştu dostane kollara... “Yine geleceğim. Görüşürüz.” Arkamı dönüp kendimden emin bir tavırla kütüphane odasının kapısına doğru yürürken kaşlarımı çattım. Adımlarım benden habersiz durduğunda başımı çevirdim Marvin’e doğru. Ama orada değildi artık. Ben, kendimi bir boşlukta bulmuştum aniden. Sanırım çıkmaya niyetlendiğim ama nasıl çıkacağımı bilmediğimi sandığım için...

“Girdiğin gibi çıkacaksın ahmak! Ama dikkat et, gardiyana yakalanma! Görünmezlik efsununu kullan… Biliyorsan tabii!” Marvin arkamdan bağırdığında, aklımın etrafa dağılan parçalarını toparlayıp derin bir nefes aldım. İyi hoş çocuktu ama zaman zaman kendisini bir çöpmüş gibi hissettiriyordu insana...

“Biliyorum!” diye bağırdım dişlerimi sıkarak. Marvin kıkırdadı. Bense hafifçe omuz silktim. Ne tuhaftım... Hem dünyadaki en güçlü ruh savaşçısıymışım gibi hissediyordum kendimi hem de her gün yeni yeni şeyler öğrendiğim ve hala da öğrenmem gereken çok şey olduğu için zayıf hissediyordum bir o kadar... Gözlerimi kapatıp görünmezlik efsununu yaptım önce, sonra ruh kapılarımı buldum. Saniyeler sonra, kitabın sayfalarının arasından kurtulmuştum

***

Kitap hapishanesinin ortak koridoru olan o karmaşık kütüphaneye döndüğümde gözlerim kapalı bir biçimde bekledim. Gardiyanlardan biriyle burun buruna gelme ihtimalinden korktuğum için, etrafa bakınmadan önce cesaretimi toplamam gerekiyordu. Neyse ki oda boştu. Marvin’in haricindeki mahkûmlardan gelen yorgun inlemeler hariç çıt ses çıkmıyordu. Temkinli gözlerimle etrafı kolaçan ederken; bu kadar rahatça sıyrılacak olmam aklıma yatmadı, sonuçta ruhları tutsak edilen ‘suçlularla’ dolu bir zindandı burası. Sıkı sıkıya korunduğunu tahmin etmekten ziyade, biliyordum. Korka korka dış duvara doğru yürüyüp bu kez de kütüphanenin geniş ortak salonuna çıkmak için ruh kapılarımı buldum.

Ürkek bakışlarım şimdi de devasa kütüphanede dolanırken, duvardan geçtiğimi fark edecek yakınlıkta tek bir öğrencinin bile olmadığından emin olduğumda; rahat bir nefes verdim. Eteğimin kenarına sıkıştırdığım kitabı çıkarıp göğsüme doğru çektiğim sırada başımı öne doğru eğip yürümeye başladım, hızlı adımlarla. Rafları takip ederek çıkış kapısına ulaşmak için, sağa doğru döndüğüm an… Gözlerimle görmeden önce gövdemde enerjisini hissettim onun. Başımı refleks olarak kaldırdım. Çıkışa yakın, boş bir duvara yaslanmış dikiliyordu öylece. Kollarını göğsünün üzerinde birleştirmiş, ateş saçan gözleriyle doğrudan benim gözlerimin içine bakıyordu. Panikle çırpınmaya başlayan göğüs kafesim, beni yorgun düşürmeye ant içmiş gibi yüzlerce farklı senaryo üreten zihnim ve Amon Fama’nın bakışları… Güçlerini birleştirip sonum olmaya karar vermişlerdi sanki. Anladı mı ki? Gördü mü duvardan çıkarken? Gerçi görmeye bile ihtiyacı yok ki… Moira ipinin ruh ağacıma bağlı olan kısmından itibaren ördüğüm güvenlik kalkanını düşündüm, sonra da Moira töreninden önce bir ev büyüklüğündeki kütleyi parmaklarının ucuyla yok eden Amon’u. Bazen ne kadar güçlü olduğunu, kendini bildi bileli ruh savaşçısı olmayı öğrendiğini unutuyordum… Üstüne bir de kitabın içinde geçirdiğim dakikalar boyunca tükenen enerjim vardı tabii… Her açıdan zayıflamış, hassaslaşmış hissetmiştim; güvenlik ağı mı zayıflamayacaktı? Amon hareketsizce gözlerimin içine bakmaya devam etti, ben öylece dikildim, öne doğru tek bir adım daha atamadım. Zihnimden geçen soruları duymasından korkuyordum. Zihnimdeki Marvin görüntüsünü görmesinden, bir yolunu bulup yakın geçmiş anılarıma ulaşmasından… O an öylesine sert, vakur ve güçlü bir duruş sergiliyordu ki beni manipüle ediyordu sanki istemeden. Ruhsal erişiminin gücünü tahayyül edemez olmuştum, onu hafife aldığım her anın acısını çıkartmak istiyormuş gibi, abartılı olasılıklar üretip duruyordu içimdeki kötü ses.

Amon’un bir noktada konuşmasını bekledim ama konuşmadı. Üzerime yürümesini, bana bir kez daha saatler sürecek, sağlam bir ültimatom çekmesini, ya da Kraliyetin ona verdiği yetkilerle tehdit etmesini bekledim, yapmadı. Aniden yaslandığı duvardan çekilip zemini döven sert adımlarıyla kütüphaneyi terk ederken, ardında uğultusuz bir fırtına bıraktı.

Fırtına öncesi sessizlik sanmıştım, değildi. Amon Fama… Direkt sessiz bir fırtınaydı. Ve bu zihnimden geçen tüm ihtimallerden daha tehlikeli, çok daha korkutucuydu…

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

26.11.2025
Yeni bölüm ne zaman
31.10.2025
ya iyi guzel bolumdu de DAİMON NERDE ABİ COK OZLEDİM YA
31.10.2025
Ya offf daimon nerde abi bak
30.10.2025
neyy
30.10.2025
ahhh cok kotuyum suan hevesim kursagimda kaldi
30.10.2025
sanki bu normal degil gibi he?
20.10.2025
Ya hayııır amondan uzaklaşmayalım ya
19.10.2025
ımmhh çok güzelmiş ismin
19.10.2025
oğuzun ruhu mu bu yaa dsfnkslndlçad
19.10.2025
WLEDSJFLEDMFSMFCMS.FCMSL
19.10.2025
100 yıll mıııı
19.10.2025
neeee nasıllll kimm o zamannn
19.10.2025
geldi hayatımın anlamııı
18.10.2025
anca fırsat bulup okuyabiliyorummm
28.09.2025
2 kelime bir şey söyleyeydin bare. Gittikçe kızdan uzaklaşıyor. Aklında var gene bir şey. Azıcıkta olsa lima’yı düşünmye başlamıştır dicem ama onda ne arar empati.
28.09.2025
O kadar çok yeni bilgi geldiki sindirmem biraz uzun sürecek. Bir de Marvine bayıldım enerjisi çok yüksek
28.09.2025
Allah bilir kimde çıkıcak kesin ters köşe yeriz.
28.09.2025
Vardır bi sebebi ilerde anlarız her şeyi.
@virgilintheinferno ya da abarttım mı yanlış yorumlayıp😭😭
Oha bir şey diyeceğim Marvin pot kırdı ya tarihlerdesıkıntı var, kral armais Lima'nın babasını Lima'nın annesi hamileyken öldürdüğünü söylemişti. Ama babası Lima'yı görmeye gidiyorsa o zaman kraliyet öldürdüklerini mi zannetti? Babası ne kadar süre yaşadı?
@virgilintheinferno ya da abarttım mı yanlış yorumlayıp😭😭
28.09.2025
Baya önemli bişi galiba bi bizimkinde var
28.09.2025
Yasemin diye okudum başta
28.09.2025
Kalbimmm nambir nambir derken dir anda durdu 🤣
28.09.2025
Dönüş kızffıgfıfvg
28.09.2025
Ayyyy çok heyecanlı iple çekiyorum bölümleri 🥰
28.09.2025
Ya iyice laf soktun yeter ya taşralı bizim kız ama yakında kraliçe👸🏻
28.09.2025
Kız kaç yaşındada 100 yıldır bekliyorsun. Geleceği flan mı görüyon ölümsüz müsün
28.09.2025
Sen kimsin? İnş yakışıklısındırkdkfkfk
28.09.2025
Kız bir baksana anahtar nerenin diye aşırı merak etmiştim şimdiye kesin kimsenin giremediği gizli bi kapı falan
28.09.2025
Amonla kesinlikle güzel bir konuşma geçirmiş
28.09.2025
Bunun tam tersi şu olabilir. Kendi benliğini kabullenip Patriam’ın başına geçip, amonu bile kendi hizmetine getirmesi
28.09.2025
Marvin tatlı baya ya üzüldüm çok ona
28.09.2025
Çok merak ediyorum nolcak ya
28.09.2025
BU BOLUM BENI ASIRI MERAKLANDIRDI HADINYENIMBOLUM GEOSIN HEJEN
28.09.2025
gitmesen olmaz mi😔
28.09.2025
Hah işte böyle aferin
28.09.2025
Trust issuelarim tetiklendi bi
28.09.2025
bolum amonsuz bitecek sandim cok korkmustum
28.09.2025
AY konu nerelere gidiyo çok heyecnalandjm
28.09.2025
Bu kız asla içinden geldiği için bi tepki veremicek mi ya moira bağı yüzünden şöyle yapar beyaz ruh yüzünden böyle yapar
28.09.2025
AY NOLCAK COK MERAK EDIYORHM
28.09.2025
Ohaaaaa
28.09.2025
Ben ve benden bir yaş küçük arkadaşım
28.09.2025
Çocukluk anılarının anlatıldığı bir yarışmada rakibin marvin
28.09.2025
Yuh be
28.09.2025
offff minik Limam ya kıyamam
28.09.2025
XSHDNSJSJSSIDNEN
28.09.2025
marvinin adhd tuttu
28.09.2025
Bu kızın kendi hakkında yeni bir şey ogrenmedigi gün yok ya
28.09.2025
Ohhh...
27.09.2025
Dur daha limanın neler yapabildiğine şahit olmadin
27.09.2025
LIMA KURTAR MARVINI LUTFEN
27.09.2025
AY çok üzüldüm ben bu cocugaaa
27.09.2025
O girdiği kitap da aslında TURKIYENIN ILK SINEROMANI KOZMOS
27.09.2025
JDNFSJDNENEJWJAJ
27.09.2025
Ay BÜŞRA YENI BOLUM ATT BU HAFTA DA COK MERAK UYANDIRICI BITTI YA
27.09.2025
ac kapiyi gardiyan sevdiklerim yok burada😔
27.09.2025
Bu olayı uzaktan izleyen biri varsa çok komik olur fjejswjdjsj
27.09.2025
Of kıyamam xnenejsjswj
27.09.2025
8 bölüm oldu ben hâlâ daimoncuyum amoncu olanları da anlamıyorum adam zafi zarar nefret ediyorum kafasında neler dönüyor asla anlamıyorum sessiz bir gürültü kendisi aşırı baş ağırtan bir cins keske yok olsa
27.09.2025
Yiiaaa sapsiiikkk
27.09.2025
Adamın sessizliği zarar varlığı zarar yeter yok ol be adam offff
27.09.2025
bizim min inatlasma ve guven sorunlari
27.09.2025
hayda
27.09.2025
Ağlıyıcam aferin be Limaaaaaaaa 😭😭😭
27.09.2025
iyi kotu niyet okuma enerjisi fln… bunlar buyuk insanlar.. neva koleji egitimde kalite hizmeti gor pls
27.09.2025
Yav bir güvenmedim de ama anlattıklarıba da içim acıdı ama güvenemedim çıkarmasak mı ndbdbdbbd
27.09.2025
Biz bu ikiliye çok gülücez jrwjndsjnfjej
27.09.2025
aaaaaa
27.09.2025
Ne kadar fazla yaratık canavar vs vs var okurken kafam karıştı
27.09.2025
AY kıyamam
27.09.2025
inanilmaz yorgun ve uykusuzum bunu okuyamcam glb
27.09.2025
Pandoranin kutusu cidden
27.09.2025
Tamam ikinizin de isteği belli aynı haydin beraber savaşın lima tek başına yapamayacak gibi hâlâ ksfası karışık lima'nın
27.09.2025
KÖYLÜ BU KIZ KÖYLÜÜÜ
27.09.2025
babasi olmemis olabilir mi acaba ya 😶😶😶
27.09.2025
Selena dizisnde nazlı pandora kutusunu aciyodu da sonra olaylar olaylar oluyo da heh işte o tarz vi şey olursa çok gülerim kurtulmak için bel bağladım final biraz şüpheli
27.09.2025
Şimdi o mührü almak için savaşmayın da aman gerek yok beraber o okulu yıkın ama savaşmayın
27.09.2025
Adam keşke kızını da bir görseydin başkalarından seni öğreniyor ne oldu ki hiç kızını görmedin yıkıldım yaaa ağlıyorum
27.09.2025
boku yedik
27.09.2025
Off merak ediyorummm
27.09.2025
Bu bölüm ne amondan ne daimo dan ikili şey alamadık darısı bir aonraki bölüm. Bu yeni karakteri sevdim buarada ilginç bir karakter. Limanın annesine bende kızıyoeum kıza nişelee öğretip yollasama be ablacım öyle şey gibi yolladın ya
27.09.2025
Kız noluyooo
27.09.2025
bu ikili aşırı kaotik olacakmış gibi hissediyorum dhwhdjwjasn
27.09.2025
acaba kraldan bir emir falan mi geldi lima icin? annesi olaya mudahele etmis olabilir mi … ama amonun dinlemesi biraz mantiga uymuyo
27.09.2025
the academia i turned uclu olsun guclu olsuna donusmesin bu
27.09.2025
Aferin kız sala. Helal lan sana helala lan yusufi
27.09.2025
😔
27.09.2025
Abiyi sinirlendirdik biraz
27.09.2025
LAN DJENFHEJSJWNDJW
27.09.2025
olgun erkeklerden hoşlanıyorum diyince karşıma çıkan
27.09.2025
kotucul zihin falan ayip oluyo😔
27.09.2025
Kız vallaha haaaok merak ettim
27.09.2025
IMDA5
27.09.2025
AY YOKSA YENJ KARAKTER MI
27.09.2025
koruma kalkanin yuzunden degildir ya yoksa daimon neden hic konusmasin ki 😔😔
27.09.2025
YA BOSUNA MI HEYECANLANDJK BIZ
27.09.2025
Ne demek daimon değil
27.09.2025
amondan sakinmayalim ya 😔😔😔
27.09.2025
Bi daha yapma böyle korktum askm
27.09.2025
Puahahahahahahahahahahaha sus be kız ndhdhdhshshs
27.09.2025
sistemin parcasi olmak❌❌❌ hak hukuk adalet
27.09.2025
AY COK OZLSDIM
27.09.2025
AYYY KARGAM GELCI
27.09.2025
Bizim kızın aklını almaya çalışıyorsunuz ama o sizin aklınızı alacak görün bakın (inşallah)
27.09.2025
Knks sakin ol anladık en havalı sensin (amona sinir oluyorum aaaa)
27.09.2025
Amondan çok korkuyorum
27.09.2025
Daimon ile konuşma nasılsın gerçekleşecek merak ediyorum
27.09.2025
Harikasın asko
27.09.2025
Birilerine mj soylesen acaba
27.09.2025
Korkutma beni kizim
27.09.2025
Girl...
27.09.2025
Bu ikisi şimdi manevi kardeş gibi bı şey sayılmalı bence
27.09.2025
Lima baba hasreti cekerken milletin velediyle arkadaş olmuş cok koydu be
27.09.2025
Uzak olsun o zaten yaklasmasin
27.09.2025
hepsinin 3 kalp şarkısı geldi aklıma
27.09.2025
Ben yeni karakteri aşırı sevdim bu arada yazmayı unutmuşumm
27.09.2025
Ya kızım ikinci seçeneğim olma ihtimali var mı sence??? Bu çocuk resmen amonu karşısına almayı düşündü senin için 😭
27.09.2025
DAIMON 😭
27.09.2025
OFFFF
27.09.2025
Öyle günler gelecek ki sadece gu bağdan dolayı değil ayrı olarak Amon bu kıza köpeeeek olacak
27.09.2025
Go girl
27.09.2025
Ya bölüm başı lima yine köyüm diyo SHBDWHUAJSN
27.09.2025
GELDIM
27.09.2025
Biliyor mu şimdi
27.09.2025
Anlamıyorum şu an noluyoo
27.09.2025
Ruhundan bir parça dalan bir şeyler mi bıraktı büyüyle babası naptı
27.09.2025
Ya al işte ben hep böyle ezilmiş karakterleri sahipleniyorum gel yavrum sen bizim çocuğumuz ol
27.09.2025
Ya al işte ben hep böyle ezilmiş karakterleri sahipleniyorum gel yavrum sen bizim çocuğumuz ol
27.09.2025
Keşke ben de istediğim kitaba girsem ha daimoni kendime alırdım belki
27.09.2025
Helal olsun kız sana
27.09.2025
Yav canımın içi acaba biraz daha ciddiye mi alsan
27.09.2025
İşte 1 önceki yroumda bahsettiğim şey buydu limada benim gibi düşünüyor
27.09.2025
Daimon üzümlü kekim. Korumak için iletişime geçmediğine yemin edebilirim. Hisleri ve amon arasında kaldı.
27.09.2025
Güçlendiği zamanı ve amonun ona hayran olacağı günleri iple çekiyorum.
27.09.2025
Biri Marvini Tunaya benzetmiş bence de Cenk ve Tuna karışımı biri ğckwğfmsl
27.09.2025
Kıymetlimiiissssss
27.09.2025
Bu bölüm Daimon olmadığı için bir yanım buruk ayrıldım
27.09.2025
Gittikçe oranın bir parçası oluyor. Zamanla orayı yıkmak yerine oranın başına geçecek.
27.09.2025
Kıyametin ta kendisi Amon biraz ürkünç biri bakışlarıyla ruhumuzu deliyor imdat
27.09.2025
Ay niye kimse yanımıza gelmiyor bu bir delirtme taktiği mi kaçan kovalanır mı oynuyoruz noluyor anneciö
27.09.2025
Ay ağzımıxa tükürcek sandım totomuz tutuştu
Lima mızmızlanma lima
27.09.2025
Ay ben babası sanmıştım
27.09.2025
SHRDJRJHRHTHRORRVRH
27.09.2025
Noluyo noluyo
27.09.2025
Ay çok tatlı ağlicamm
27.09.2025
SONUNDA
27.09.2025
Dört yaşındaki çocuklar gibiler tam şuan pwndpsmc
27.09.2025
Ayayay heyecanlandımmm
27.09.2025
@yikikoglu ay yada Tunaaaaa tam Tuna bu oğuz değillll
27.09.2025
Aayyyyyy oğuzunki gibi ruh hissediyorum bu arkadaşta
27.09.2025
@yikikoglu ay yada Tunaaaaa tam Tuna bu oğuz değillll
27.09.2025
Bunların hepsi toplaştı bi boklar mı karıştırıyo
27.09.2025
E bu şu anki Limaa
27.09.2025
Benim nasibi bekleyiş şekli eşcmelcmeşfk
27.09.2025
E oha ama ya
Benim telefonumu ver ben sana kimliğimi vereceğim 😭
27.09.2025
Hüğğ üzülüyom ya. Aynı anda ikisiyle de shipliyorum zaten nolcak böyle. Bekar mı kalcak bu kız
27.09.2025
Ne demek olduğunu anlamadım bilee
27.09.2025
Lima kadar çalışkan olsam yeter artar bile bana
27.09.2025
Yaaa kurban olurum daha küçükken napmislar😔😔😔😔
27.09.2025
İşte bu yüzden psikolojik olarak hem sağlam bir dayanağı hem de aklı olması lazım ki başkenti altüst edip intikamını alabilsin. Breakdown yaşadığı vakit biliyoruz ki gücü onu kurtaramicak :( bir yere kadar gücüyle onlarla başedebilir
27.09.2025
Vay emmi oglu
27.09.2025
Ayça geldi aklıma o da böyle kendi kendine konuşuyordu ğfnwğfmşsmdşdm
27.09.2025
Ya siz bu garibanlardwn ne istediniz he
27.09.2025
Biraz ayıp oluyo ama
27.09.2025
Limanın kütüphanede kimsenin olmadığını sanıp kosarker aniden kendini hissettiren zebellak 🌚🌚
27.09.2025
Canıımmm rüyalarına biraz kulak mı versen acabaamsıı?
27.09.2025
İns daimona düşman degildir
Sorgulasan mı
27.09.2025
Fotolarda hiç gostermiyodun çok citirdin🌹
27.09.2025
Ayyy bu yeni karakter mi ben daimon sanmıştım
27.09.2025
Ayyy kurbane geldi benimki
Gören de vebalıyız sanar triplere bak
27.09.2025
Ai işini o kadar sevdim ki keşke büş bize bu kürüphane dahil her yeri gösterse ğfmaüfmsiöf
27.09.2025
Yeni bölüme başlarken yaşadığım stresin lima ile bedenimin en münasip yerine kaçması bir oldu tesekkürler quen
27.09.2025
Daimon biliyodur bu arada net
27.09.2025
Büyü yapmışlar sana askim
27.09.2025
Sinirimi bozdu bu bücür
27.09.2025
Evet tarlada yetişti nerden bildin
27.09.2025
Amon herkese emirler vermiş belli haspam
27.09.2025
Lima bana aşırı yaprak vibei veriyor
27.09.2025
Ciddi biriyken aniden Limaya dönüş yaptı ğfnsğmfşaöd
27.09.2025
Yok yok yapmaz öyle sey
27.09.2025
Daimon benim yanimdaydi sorry
27.09.2025
Başlayalım bakalım yeni bölüme
27.09.2025
Ay çok korkunç bu arada yaşadığımı düşününce gerildim ğfmsğfmşsmf
27.09.2025
Uh bu kızı kim böyle korkutmuş da limayı gördüğü an kaöıyo hiç onluk hareketler değilll
27.09.2025
Onlara alıştığı için boşluğa düşmüş sanki birileriiii
27.09.2025
Öyle demesene daimonu da göremiyoruz böyle olunca hüğğ
27.09.2025
Daimonu bıraksanaa
27.09.2025
Birkaç günde yaptığı azıcık pratikle bile kuleyi yerle bir eder kraliçemmm
27.09.2025
sen yine de fırtına öncesi sessizliği değerlendir bence hiç hayra alamet bi tutumda değildi bu bölüm hiçbiri✍️
27.09.2025
bu rüyalar nereye bağlanacak bakalım
27.09.2025
ben de kaç kere köyümü özledim dediğini saymayı bıraktım... ah limam ahdjdajxbsja
27.09.2025
Yani bizim kıza otomatik olarak güzelim demis oluyor
27.09.2025
Abi evet bu kendini beğenmiş egolu herifin Aşkı Memnu Beşir gibi sessizce durup gitmesi hiç normal değil neden herkeste ölüm sessizliği var açık oynayın oğlum korkmayın bu kadar
27.09.2025
Yeasim teyze =yumurta teyze taktığım lakapların saçmalık seviyesine bakmayın shwkwgwmwj
27.09.2025
Ya da malum partililer de denebilir kısaca
27.09.2025
Bazen en yakın olduğumuz kişiye bile hayatımız hakkında bahsederken insan duraksıyor,kendimize bile bahsedemiyoruz çünkü bazı şeyleri :/
27.09.2025
Hadi ikiniz birlikte olun ve ortalığın içinden geçin
27.09.2025
Timsahlar ,yeni erkomuz ,kızımız kitaplarin içine girmeyi bekleyen bizler kocaman bir aileyiz
27.09.2025
Şuan okuyamadığım için moralim bozuk
27.09.2025
Yaaaa haksızlık ama bu kitaba girmek tüm okurların hayaliyken lima girdi kitaba 😭😭😭durun bizide alın kitaba girecek durağında inecek var
27.09.2025
Aşık olduğum çocuğun kalbine zorla girmeye çalışırken ben(insta isteğimi bile kabul etmedi vicdansız)
27.09.2025
Vay be biz de daimon ile bu şekilde tanışsak fena olmaz
27.09.2025
Ay bunları amon hapsetmis olmasın Ay bu kiz bu karaktere aşık olmasın daimon ikinci kez aldatılacak yavrum
27.09.2025
Patates diyip geçmeyelim lütfen halilişko için çok önemli bir besin kaynağı patates 🥔
27.09.2025
Anlaşma da yaparmış 🤌🏻🤌🏻🤌🏻
27.09.2025
Ya bende istiyorum bundan ya da yok tırsmadım değil istemiyorum kardeşim 👉👈
27.09.2025
Bizim acil durumlarda sinirlenince şivenin kayma durumu sgwkwgwkhska
27.09.2025
Vayyy be 100 yıl bekleyen erko mu düştüm daimon ve amona rakip çıktı hayırlı uğurlu olsun
27.09.2025
Kargaya dönüşen birini tanıyorken kendi ruh enerjinle dağı taşı yıkıyorken kitaba girmek mi zor geldi Lima'm, bağırtma
27.09.2025
Voldemort,sadakatsiz volkan ,bahar timur kimsin sen kardeşim shakgwwka
27.09.2025
Ayayyaayayayayaya daimon benimle konuşuyorrr daimon sizinle konuşuyor kızlar daimon bizimle konuşuyorrr
27.09.2025
Kızımız virüslü falan da bizim mi haberimiz yok niye herkes kaçıyor ya
27.09.2025
Kıskanıyormuyuz ???????
27.09.2025
Daimon naz yapıyor naz Ama fazla naz aşk usandırır ona göre daimon
27.09.2025
Telefonumu ver sana kimliği vereceğim konuşması be like